Osmanlılar devrinde bir oturak âlemi Ah, bir de viski olsal. Osmanlılar Tıpkı bugün gibi! Üsad Reşat Ekrem Koçunun "Dağ Padişahları” adı bir eseri çıkmış bulunuyor. Bu ne- Osmanlı o İmpara- anasından emdiği Celali adı "berilen asi eşkıyanın hikâyeleri o anlatılıyor. Bun- lardan biri de Sakarya Şeyhi- dir. Şeyhini o anlatan duğu halde milleti nasıl kan- dırdıklarını o kadar güzel göz- ler o önüne (o sermektedir ki.. Bunlar, bugün de ortalarda- dırlar. Ama artık tekkeler bir takım o gazetelerdür ve kıvrak köçekler bir takım kıvrak ka- lemlerdir. Sakarya Şeyhi, mut- laka bu yeni tipi Ki hemen canlandıracaktır. Ekrem Koçunun kalemiyle Sa- A — AKİS/16 karya Şeyhinim portresi ve ma- cerası! Oyedinci asrın ilk yıllarında Eskişe- hir ile Bilecik arasında Bozdağ'da Sakarya nehri o kıyısında bir bektâşi tekkesi vardı. Önünde koca nehir gü- rül gürül akar etrafı çam ormanları ile kaplı, haşmetli bir güzelliğin ağu- uşunda, uzaktan bakılınca şahin yu- vası, içine girilince, mermer döşeli av- lusu, avlusunda fıskiyeli havuzu, der- viş odaları, şeyh köşkü, semahanesi, misafirhanesi ile türk yapı sanatının bir bediası idi. Kapusunun tahta ka- e üstüne güzel bir hat ile: "Gi- e kapumuz açık, yiyene aşımız ha- Zr " yazılmışdı. Burada yaşayan canların, gül gi- bi kokmasalar dahi, yeşil yapraklar ortasında açmış al, sarı mor yaban şakayiklerini andıran bir hayatı var- dı; ilim ile irfan ile ilgisi olmayan, bir güzel gördüler mi hü deyip taban ve ar ü namus şişesini taşa çalıp kı- ran gönlü büyük âşıklardı; "iç bade, güzel sev var ise aklü şuurun, dünya var imiş, yâ yok imiş ne umurun" di- yen cehlin ağzı ile bir yol tutmuş- lardı. Milâdın 1628 yılı ilk baharında bu bektâşi tekkesine obir garip oğlancık gelip sığındı. Onbeş, onaltı yaşlarında, yalın ayak, üstünde, partal, belki yüz yamalı şalvar ve mintan, başında yağ- lı keçe külah, kirli bir dülbend, fakat ve gözlerinde zeka ışıkları e Baba efendi: oğlanda çehre var, çehresi landa cevher olur, tekkede kalsın, ba rınsın!, dedi Oğlanı soydular, hamama koydular, yıkandı, paklandı, bektâşi kılığına gir- di, canlardan biri kahve ocağında bir köşe, ve o köşede bir koyun postu gös- terdi: — Burada yatarsın.. dedi. Oğlanın adı Ahmeddi. Elleri her işe yatkın, ayakları da iş yolunda koşarlı çıkdı. Her işe canla başla sarıldı, her emre ve arzuya itaat etti. Bektâşıler nereli olduğunu ve baba ocağını niçin terk ettiğini sormamışlardı, lüzumu da okdu Büyük,Baba Efendi okuma yazma bilmezdi, bütün müridleri de öyleydi. Tekkede okur yazar Alâeddin Baba a-