MUSİKİ Konserler A.D.K.Y.B.Ö.D.Y.Ç.O. Geride bıraktığımız hafta içinde An- kara Devlet Konservatuarı oYük- sek Bölüm Öğrenci Derneği oYay- lı Çalgılar Orkestrası, Konserva- tuar salonunda bir konser verdi. Or- kestrayı Belçikalı keman Oo öğretme- ni Jules Higny yönetiyordu. Konse- re bir obaşka Belçikalı, o viyolonist Marcel Debot solist olarak katılmış- ti. O gün, Haendel'in Op. 6, 12 nu- maralı oConcerto Grosso'su, J. S. Bach'ın mi majör keman konçerto- su, Haydn'ın do majör 1. keman kon- çertosu ve Geminiani'nin Op. 3, S nu- maralı Concerto Grosso'su çalındı. Viyolonist o Marcel Debot muhak- kak ki bir yıldız değil, ama dinle- nebilir sağlam bir kemancı. Bir sevi- yenin altına düşmüyor, üstüne de çı- kamıyor. Herhalde Devlet Konser- vatuarına gelen öğretmenler arasın- da solistik yönü Debot'nunki kadar kuvwvetli olan bir başka kemancı yoktur. Marcel Debot'nun güvenilir bir tekniği, bir parça haşin olmakla beraber, büyük bir tonu var. Temiz ve ölçülü icralar çıkarıyor, fakat bu icraların etkili olduğu, duygulu o ol- duğu, dinleyicileri peşinden Oo sürük- lediği pek söylenemez. Marcel Debot her konserinden sonra takdir edili- yor, ama ne yazık ki hemen unutu- luyor. Jules oHigny'nin yönetimindeki Konservatuar Yaylı Çalgılar Orkes- trası temiz ve canlı bir icra çıkardı. Concerto Grosso'larda solistler Ode başarılıydı. . Herhalde bu o konserin Ibir öğrenci orkestrası tarafından ve- rildiğini söyliyebilmek için dinleyici- lerin elinde yeteri kadar ipucu yok- tu. Yalnız, Türkiyede cembalo bu- lunan tek müessesede barok çağa ait eserler oçalınırken bu çalgının da sahneye çıkman, continuo partisini icra etmesi yerinde olurdu. Hele Kon- servatuar gibi bir eğitim merkezin- de eserlerin orijinal şekilleriyle tak- dim edilmesi şarttır. Sanatçılar Bir başarı Geçen ay, Türk kemancın Erdoğan Kürkçü, Hollandanın en büyük orkestralarından biri olan Hague Fi- larmonisinin -Residentie Orkest- gi- riş sınavını kazanmış ve bu orkes- tranın üyeliğine (okabul edilmiştir. 28 Erdoğan Kürkçü, Hollanda orkestra- larından birine giren ilk Türk ke- mancısıdır. Genç sanatçı müzik tah- Önce Opera Orkestrasında çalışıyor- silini oOAnkara Devlet Konservatua- odu. Uyanın Beyler! Faruk GÜVENÇ Türkiyede (yönetim sorumluluğunu omuzlarında taşıyan kişiler | hiçbir zaman son yıllardaki kadar vurdumduymaz olmamışlardır. Birkaç konu var ki anlata anlata dilimizde tüy bitti, kalemimizde mürekkep... Kılını kıpırdatan yok, kulak veren hiç yok. Sanki ağaçlara, duvarlara karşı konuşuyoruz. Keyfi idare devrinde, tanınmış bir Alman şarkıcının radyoda plâkları yayınlanırken "Ne anırtıyordunuz bu 'herifi?" diyen bir müsteşar, basındaki tepki üzerine, üç ay içinde yerinden olmuştu. Halbuki Haendel'in İtfaiye Müziği diye -yoktur böyle bir eser- Bach'ın, Mozart'ın, Webern'in eserlerini yayınlatan ve devirdiği yüzlerce çamla Devlet Radyosunu her gün ele güne rezil etmiye devam eden, değersiz arkadaşlarına para dağıtmak için bu müesseseyi çiftlik gibi kullanan bir adam, sırf büyüklerden birinin akrabası olduğu için, iki yıldan beri müzik yayınları şefliği kadrosunu işgal etmektedir. Bu memlekette, kafaları değiştirmedikçe, fabrika yapmakla, okul açmakla, televizyon istasyonu kurmakla, buğday ekmekle kalkınma olmıyacaktır, işler düzelmiyecektir. Bakanlar, 29 Ekime kadar elbet de yalnız Meclis içtüzükleriyle, beş yıllık planla, mahalli seçim kanun- larıyla ve öncelikle ele alınması gerektiği ilân edilen yasalarla uğraşa- cak değiller. Yıllardan beri gangren olmuş küçük yaralar da ilaç bek- liyor, hiç değilse ilgi bekliyor. Yüzlerce defa kalemimize doladığımız konulara bir göz atan olmayacak mı hâlâ? Bugün hepimizin bildiği bazı müzmin dertleri bir kere daha Milli Eğitim Bakanının önüne sermek istiyorum. Devlet Tiyatrosu ile Devlet Operasının durumundan ne haber? Milli Eğitim Şürası bu iki kurumun derhal birbirinden ayrılması gerektiğine dair karar vermiştir. Aylar geçti, kimsede bir hareket yok. Dünyanın hiçbir yerinde bir opera, müzikten anlamıyan tiyatrocular tarafından yönetilmez. - Yönetilirse işte bizimki gibi batağa saplanır, daima üvey evlât muamelesi görür, örnek mi istersiniz? Geçen hafta tiyatro, orkestrayla beraber bale istanbula gitmiştir. Opera nüye git- medi? Nasreddin Hoca gibi basit bir müzikli oyun, Çocuk Tiyatrosu dururken nasıl oluyor da Devlet Operasının sahnesine çıkabiliyor ? Or- kestra şefi ve yetiştirici olarak hiçbir değeri bulunmayan bir insana neye dayanarak ayda 1700 lira ücret ödeniyor? İşi bir an önce ehillerinin eline verecek miyiz, vermiyecek miyiz? Mesele burada. Hastaları mühendisler ameliyat ettikçe, köprüleri hekim- ler kurdukça, biz adam olmayız. Ya Konservatuar yasasından ne haber? Küçücük bir müzik okuluy- la Türkiyenin operalarını, orkestralarını besliyebileceğimizi sanmak için çok iyimser olmak gerek. Ankara Devlet Konservatuarı çürümüş, kokmuş bir leyli . meccani okuldur. Çoğu zaman yarı cahil şarkıcılar, çalgıcılar yetiştirir. Boğaz tokluğuna çalışan öğretmenlerinden iş is- tiyemezsiniz, kitap basamaz, nota basamaz, eğitim sistemi zaten sakat- tır. Bu kadavrayı daha ne zamana kadar sırtımızda taşıyacağız, hiç is- lâh etmiyecek miyiz? Ya Bornovada çürüyen org? Bir yanda Batı metodlarıyla eğitim yapan bir konservatuarımız vardır, öğrencilerine org göstermeden dip- loma verir, beride Konservatuara armağan edilmiş bir org nakliye mas- raflarım denkleştiremediğimiz için tozlar arasında yatar. Koca koca adamlar, işi gücü bırakmış Batıcılık oynuyoruz, eğitimcilik oynuyoruz. Şüralar toplansın, şüralar dağılsın, raporlar yazılsın, nutuklar atılsın, konferanslar verilsin, tekrar şüralar dağılsın... Zavallı Türkiye! rında Profesör Licco Amar'ın yanın- da yapmıştı ve Avrupaya gitmeden AKİS, 28 MAYIS 1962