musun ? Benim elimden ne komünist- ler geçti! Seni şimdi askeri hapisha- neye göndereceğiz, orada seni bülbül gibi söyletirler" demişti. Bu sözler de dikkatle dinlenildi ve Altuğ niha- yet kendisini nasıl tevkif ettiklerini anlattı — Ekrem Anıt dışarı çıktıktan bir müddet sonra gene polisler gel- diler ve beni Komisyonun bulunduğu odaya götürdüler. Burada Ahmet Hamdi Sancar kararı bildirdi. Beni şehadetten imtina suçuyla tevkif et- mişlerdi. Sonra iki polis koruma gir- di ve eski odaya götürüldüm. Ondan sonra da Merkez Cezaevine gönde- rildim Abuk sabuk müdahaleler A Ituğun ifadesi burada sona er- mişti ki, Başol sordu: — Hapishanede kayda değer bir hâdise cereyan etti mi?" Altuğ için bu bir ikaz oldu. He- men hafızasını yokladı ve: “— Oldu efendim... Evvelâ beni ve Cemal Yıldırımı ihtilâttan menet- tiler. Sonra, hemen o gece Ahmet Hamdi Sancar, hapishane müdüriye- tine telefon etmiş ve karşısına çıkan İlyas Merte -Başgardiyandır- durumumuzu sormuş. İlyaasMert de ikimizin bir arada kaldığımızı söyle- yince, Başgardiyana ana avrat küf- retmiş" dedi ve Başkanın işareti ü- zerine, tanıklara ayrılan yerin geli- şindeki sandalyanın yanına kadar geldi ve bekledi. Bu sırada Başol: — Var nu şahidin bu ifadesine bir diyecek?" diye seslendi. Arka tarafta bir kaç vücut boy gösterdi. Başkan, ilk olarak Hamdi Sancara söz verdi. Bu hayalet kılık- lı adam sanık mikrofonunun bulun- duğu yere geldi v Şahidin ifadesindeki bir nokta dü i dolayı hayretler içinde kaldım" dedi ve kendisinin hapishane müdü- rüne telefon etmediğini söyledi. Bunun üzerine Başkan Başol, Al- tuğa döndü ve durumu izah etmesi- ni istedi. Altuğ da: “— Ben bunu naklen ifade ettim. 27 Mayıstan sonra büroma gelen İl- yas Mertin ifadesidir bu" dedi Başkan, Hamdi Sancara döndü ve: "- Başka?" dedi. Sancarın, Kurtul Altuğun ifâde- sine itiraz edecek hali yoktu, süklüm püklüm yerine döndü. Bundan sonra mikrofon başına gelen Nusret Kiriş- cioğlu oldu. Kirişçioğlu, Kurtul Al- tuğu evvelden tanıyordu. Bunun için kendisine şiddet göstermesine imkân yoktu! Bu arada gülünç bir iddiada da bulundu. Güya Kurtul Altuğun mesleki inkişafında, onun rolü ol- muştu. Halbuki bir yıl evvel Altuğun gazeteci olup olmadığının tahkikine lüzum görmüştü. Ece, ne de olsa ha- 8 Akşitin Vefalı Dostları Baha Akşit A Samaklı bir adam. Baha Akşit. Başkansız son D.P. Meclis Grubu- nun evvelâ Başkan, sonra da -bir çok misali bulunduğu gibi- Bakan olmak için yarış halinde bulunan iki Başkan Vekilinden biri. "Olur mu böyle, olur mu" diyor. Ama, olmaması gerektiğine inandığı şey, karde- şin kardeşi vurması değil. Arkadaşlarının, Grup İdare Heyetindeki ar- kadaşlarının kendisine kazık atması! Baha Akşite bakılırsa, içtüzüğü tadil edecek -yâni kuşa çevire- cek- bir komisyonun üyelerini seçmek için Grup İdare Heyeti olarak toplanmışlar. Herkes ortaya bir kaç isim atmış. Tabii, Meclisin en ya- man silâhşörleri.. Bibioğlular, Biberoğlular.. Bu isimler üzerinde mu- tabakat hasıl olmuş. Fakat sonradan D.P. gemisi bir buz dağına çar- pıp da tarümar olunca ve kaptanından çımacısına bütün mürettebat kendini Yassıadanın sarp kayaları üstünde bulunca Baha Akşitin ve-, falı dostlarım bulabilirsen bul. Hiç birinin, meşhur Komisyona yapılan üye seçiminden zerrece haberi yoktur! Haindi Bozbağ mı? an efendim, ben o sırada Avrupadaydım.." Filânca mı? “Muhterem Beis Beyfendi, bendeniz o toplantıya katılmamıştım.." Falanca mı? "Nasıl olur, efendim, böyle bir seçimden bahsedildiğini ilk defa duyuyorum.." Baha Akşite bakılırsa, Grup İdare Heyeti toplanıp bir takım isimleri tesbit etmiştir. Grup İdare Heyetine bakılırsa, Baha Akşit kendiliğin- den böyle bir seçim yapıvermiştir. Hâdisenin cereyan ettiği ilk gün, Baha Akşit, bu kadar mert "ar- kadaşlara sahip bulunduğundan dolayı müftehir, yerine gidip oturdu. a bir sonraki celsede, şansını tekrar denemekten kendini alamadı. İşte, sesi o sırada ağlamaklıydı. "Nasıl olur" diyordu, "her halde dün- den bu yana düşünmüşler ve derhatır etmişlerdir. Beraber oturduk, beraber kararlaştırdık. Birini bir arkadaş, birini bir başka arkadaş, ötekini bir başka arkadaş teklif etti. Üzerlerinde mutabık kaldık ve Ko- misyonu öyle kurduk. Şimdi ben ağır töhmet altındayım. Arkadaşla- rım lütfen hatırlasınlar. Olur mu böyle şey, Beis beyfendi?." Beis beyfendi, bir gün önceki münkirleri yeniden mikrofon başına çağırdı. Hayır! Geçirdikleri gece, hafızalarına yeni bir derman getir- memişti. Hatırlamıyorlardı. Baha Akşit, her halde isimleri bizzat tes- bit etmiş olmalıydı. Talihsiz Başkan vekilinin halini gören Yassıada seyircileri, kalp- lerinin burkulduğunu hissetmekten kendilerini alamadılar. Akşit, buna rağmen toplantıda kimlerin bulunduğunu açıklamamak suretiyle sö- züm ona bir erkeklik gösterisi yaptı. Zaten daha işin başında "Ne ya- payım, hatırladıklarını söylerlerse, söylesinler. Söylemezlerse, vicdan- ları muazzep olsun.." demişti Fakat fırtına atladığında ve mesele geçiştirildiğinde D.P. Grubu- nun mumla aransa bulunmayacak karakter sağlamlığında İdare Heye- ti üyeleri arasında vicdanının ıstırabını çehresine aksettiren bir, ama bir tek kimse yoktu. Bazıları, memnun, gülüyorlardı bile.. Suçu üzeri- ne yükleyecek birini bulmuşlardı ya.. Artık mesele kalmamıştı. Adnan Menderes, elhak mükemmel yetiştirdiği tayfalarım gurur- la seyrediyordu. Bu D.P. nin en manalı levhalarından birini teşkil etti. AKİS, 26 HAZİRAN 1961