YURTTA OLUP BİTENLER P. Genel Merkezi çöpe bile almamış cevap vermeğe değer bulmamıştı. Ye tim aydınlar bu hicranlarını ertesi günkü öncüde saf saf duyurmaktan kendilerini alamadılar. Öncü söyle di- yordu: "Biz bu konuda, C.H.P. nin artık bir filim mecmuası kadar gayrı siyasi mahiyet kazanan organı ULUS gazetesinin ne diyeceğini merak et- tik: fakat onun susuşunu da çok ma- nidar bulmaktayız." Canım, bu kada- rı da, olur muydu yani? Ulus bile ce- vap vermiyordu! Kimsenin kendisine metelik vermemesi karşısında kendi kendini yiyen meşhur kafalı çocuk manşeti oturttu: Gayrı ahlaki Müca- dele! Evet, artık bu "boş verme" ah- laksızlıktı. a o gün, Menekşe sokaktaki Genel Merkeze hiç bir yazı gelmedi değil. Geldi. "Ne var ki, beklenenle ge- Kapalı cemiyetlerin açık hayata geçmelerinde en zor safha han- gisidir diye sorulsa, cevap tektir: İlk safha! Hakikaten, bir hürriyet rejiminin kendi kendini bulması, ni- zamlarını kurması ve oturması son derece müşkül oluyor. Zaten bun- dan dolayı değil midir ki büyük A tatürk, meselâ basın hürriyetinin suistimaline karsı en iyi çâre ola- rak basın hürriyetinin ta kendisini göstermiştir? Menderes sultasın- dan kurtulan bizim basında, bizim basının bilhassa Menderes devri â- detleri kanma işlemiş kısmında tutulan yola bakıldığında herkese sabır dilememek imkânsızdır. Tal- an, hâdisede teselli veren bir taraf mevcuttur. Bugün hürriyeti kötüye kullananlarla, dün tek taraflı bir idarenin kanadı altına sığınarak şı- marlık edenler aynı şahıslar, ay- nı mektep, aynı zihniyetin şampi- yonlarıdır. Menderesin demirden eli kendini bilen basının ağzına tıkalı olduğu günlerde, bir kısım basın -ama, meşhur Tahkikat Komisyonunun "Bir Kısım Basın"ı değil- tam bir “sövme hürriyeti"ne sahip bulunu- yordu. Menderesin savcıları kendini bilen basında çıkan en hafif tariz- leri görülmemiş şiddetle takip e- derlerken -bunlardan biri, şimdi İn- kılâp Hükümetinde Bakandır ya,..- Zafer, Havadis. Hür Adam, Büyük Doğu ve benzeri mevkuteler Men- deresin hasımlarına ağız dolusu kü- fürleri fütursuzca osavururlardı. O devirde, bir gün memlekette kade- rini ellerine alacaklarından emin olarak hazırlık yapanları korkutan bi husus vardı: Basın hayatı açıl- 18 len arasında bir büyük fark vardı. Gelen, bir protestoydu ve muhatapla- rı zarif Nilüfer Yalçınla, Altan Öy- mendi. Yazı Ankara Dokuzuncu No- teri vasıtasıyla gönderiliyordu ve 24.6.1961 tarih ve 6911 sayıyı taşıyor- du. Nilüfer Yalçınla Altan Öymen meşhur Öncü gazetesinin sahipleri olarak protestoya muhatap tutulmuş- lardı. Öncünün artık sahibi durumun- T. P. bulunduğundan yazı o- raya havale edildi. Protestonun al- tında, yetim aydınların pek iyi tanı- dıkları bir isim vardı: Ziya Tansu! Ziya Tansunun protestosu, akılla- rı baştan alacak büyüklükte bir meb- lağın Öncü sahipleri tarafından ö- denmesini istiyordu. Aydın liderin yağlı bir kazığı olarak allanıp pulla- nıp Partiye maledilen Öncü zaten borçluydu. Şimdi bunlara Ziya. Tan- sunun da talebi ekleniyordu. Böylece Y.T.P. ye hayli yüklü bir borcu ka- bullenmek düşüyordu. Halbuki önle- rinde çok az zaman vardı. Son ihtar Ziya Tansunun protestosu, dört göz- le beklenen C H. P. tebliğini bile unutturdu. Zira ihtar pek ciddi ve mühimdi. Tansu bu ihtarında önce- den ne derece iyiniyetle hareket et- tiğini bildiriyor ve anlayışla karşı- lanmadığım ilâve ederek söyle diyor- du: "İşbu ihtarnamenin size tebliği tarihinden itibaren 10 gün zarfında taleplerimi bizzat veya varsa ilgili şirket vasıtasıyla yerine ogetirmedi- giniz veya getirtmediğiniz takdirde, bir vatandaşın malını MilliBirlik Hükümetinin adını istismar ederek gasp yoluyla zaptetmenizden dolayı sizler ve sizlere yardım edenler aley- Basın Hayatı Açılınca... dığında herkes birbirine küfretme- ye başlayacak, türlü yalanlar haber etiketi, türlü hakaretler fikir adı altında yayınlanacak, tenkit okları ulaşmaması gereken noktalara eriş- tirilecek ve en sonda tahammülle- rin hududu aşılıp tekrar eski sıkı rejime dönme zarureti hasıl olacak- tır! Buna mukabil, devlet idaresin- de daha tecrübeli olanlar, tehlike- nin sâdece ilk safhada mevcut bu- lunduğunu belirtirler, bütün mese- lenin o ilk safhaya dayanmak ol- duğunu söylerler, bu o başarıldığı takdirde sağduyunun, basiretin ve temkinin aşırılıkları mutlaka ye- neceğini ifade ederlerdi. İhtilâl, işi biraz daha güçleştir- miş bulunuyor. Zira basın hayatı- ma açılması, iki fasıla ayrılmıştır. İntikal devrinde bir subap o gevşe- tilmiştir. Normal günler avdet edip te hürriyetler kısıntısız ortaya dö- küldüğünde bir süre bütün subap- lar açılacak ve ne kadar çirkef var- sa hepsi gürül gürül akacaktır. Menderesin himayesinde küfür ede- biyatının paslanmış patalarım ku- şanarak meydana çıkanlar, daha şimdiden, inanmadıkları o basın hürriyetinin paravanası arkasından basın hürriyetinin bağrına bıçak saplamaya başlamışlardır bile.. ancak kendine güvenin verdiği bir serinkanlılık bütün aklı başında kimselere ve bilhassa kud- ret sahiplerine hakim olur, onlar gülüp geçecek olgunluğu gösterir- lerse bu ilk safha kısa zamanda mutlaka geride kalır. "Pire yüzün- den yorgan yakmak" veya "Gâvu- a kızıp" oruç bozmak" bizim ata- sözlerimizdir. Ağzı (kalabalık bir yarı münevver, görmemiş ve aile terbiyesi sıfır bir sözde aydın, ba- şarısızlıktan sinirleri laçka bir kü- fürbaz her zaman ellerine bir kalem ve bir sütun geçirebilirler. Bir sü- redir, hiç aslı olmayan hususi hayat levhalarının, sanki en ufak bir aslı varmış gibi hiç fütursuz siyasi de- dikodu sütunlarına geçirilmesi mo- dası türemiştir. Aman efendim o ne muhayyel vak'alar, o ne tatlı hikâ- yeler!.. Rem de ne geniş teferruat- la anlatılmaktadır. Hattâ böyle hi- kâyeler uyduranlar "Kadın Ameri- kalı imiş, çok güzelmiş, üstelik-sa- rışınmış ve evliymiş" gibi rüyala- rında gördükleri tafsilâtı da ekle- yerek zihinlerde bir "Acaba?" is- tifhamı yaratmaya dahi çabalamak tadırlar. Ama en sonda, karşıla- rındakinin demirden iradesi, dudak- larından eksik etmediği müstehzi tebessüm onları çileden çıkarıp ci- billiyetlerini ortaya dökmeye mut- laka zorlayacaktır. Nitekim» bu Z0- ra dayanamayıp, bugünden kendi- lerini rezil ediverenler çoktur. Bütün mesele dayanmak, sab- retmek, istifi bozmamak, kısacası Menderesin yolunu tutmamaktır. Demokrasi, sinirlerine hakim olan ve en acı hakikatleri en sakin, en efendice, ama en ağır tarzda söyle- yebilenlerin başarı kazandıkları, ötekilerin silinip süpürüldükleri re- jimdir. Bu rejimin faziletine güven- mek, bu rejimi yaşatabilmenin bi- rinci şartıdır. Basın o hürriyetinin bir belirli süre suistimalini göze a- lacağız ki, basın hürriyeti, anane- leriyle bu topraklar üzerinde bir daha sökülememecesine kök salsın Başka çâremiz var mı? AKİS, 26 HAZİRAN 1961