28 SANATÇI MAHİR CANOVA O zamanlar şimdiki Gazi Eğitini Enstitüsünün bir de ilkokul öğ- retmeni yetiştiren ilk kısmı varmış. Yıl 1980. Cumhuriyet Türkiyede da- ha yedisinde bir bebe. Bütün dün- yadaki ekonomik kriz Türkiyeyi de etkisi alınmda tutuyor. Her işte, her yerde mm harcamaya »on derece dikkat ediliyor. "Gazi Muallim Mektebi"nin müdürü, öğrencilerin temsil çalışmaları için salonu bile vermiyor. Elektrik bir kaç saat ya- nacak diye. 15 - 16'sında bir avuç delikanlı bunun da yolunu buluyor- lar. Sınıfta, sıraları birleştirip sah- ne yapıyorlar, temsillerini öyle ha- zırlıyorlar. O yıllarda belki de tam bilinçli olmıyan, ama içten gelen bir dürtüyle, bütün engelleri yene- rek girişilen bu çalışmalar olumlu sonuçlar da veriyor. Tiyatronun bu gönüllü gençleri içinden Türk ti- yatrosuna değer olarak katılan Uç kişi var: Mahir Canova, Saim Al- pago, Suavi Tedü.. Bir süre sonra “Gazi Muallim Mektebinin ilk kı- sım öğrencilerini başka öğretmen okullarına gönderiyorlar. Mahir Ca- nova ile Suavi Tedü Balıkesire, Sa- mi Alpago Adanaya gidiyor. O yıl- larda, haçtan sona elle yazılan, bir nüsha yayınlanan Rol adlı bir de dergileri var. Elden ele dolaşıp, bir yerine bir şey olmadan gene kendi- lerine geliyor. O yıllarda gençler- deki bu tiyatro sevgisini geliştiren kurum yok. Hepsi öğretmen olacak. Mahir Canova da öyle. 1934 - 1935 de Balıkesir Öğret- men Okulunu bitirdikten sonra kı- sa bir süre Eskişehirde "İnkıiap İl- kokulu"nda öğretmenlik yapıyor. Ama onda tiyatro dürtüsü durur gi- bi değil. Bir dem yılını bile bulma- yan bu öğretmenliği sırasında, o- peret de dahil, bir kaç temsil ha- zırlıyor. Sonra da ver elini Ankara deyip başkente geliyor. Dil ve Ta- rih - Coğrafya Fakültesinin Hindo- loji bölümü öğrencisi oluyor. Ne il- gisi var Hindolojiyle Mahir Canova M. Sunullah ARISOY nın? Kendisi de pek bilmiyor! "Ora* da da duramadım" diyor Mahir Ca- nova, "bir sömestr de Alman filolo- jisine devam ettim." Bunlar, gerçek yerini bulamamış tedirgin bir gen- cin aranmaları.. 1937 yılından bağlı- yarak asıl yolunu buluyor Canova. Devlet Konservatuvarının likte sınava yirip de tiyatroda ka- labilenleri soruyorum. "Salim Ca- nar" diyor," sonra.. Saime Ara-, man, Nur Bartu.. Nermin Sarova.." 1941 yılında Konservatuvarı biti- rince Tatbikat Sahnesine, sonra Devlet Tiyatrosuna.. “İşte bu ka- dar" diyor Mahir Canova. "O yıl- dan bu yana çalışıyoruz.." Mahir Canovamn bir rejisörlük -sahneye koyuculuk- yanı var, bir öğretmenlik. Konservatuvarı bitir- diği yıl "Sahne ve Dersi öğretmenliğine atanmış, öğrencili- ği sırasında da Carl Ebert'in asis- tanı olarak çalışmış. Demek yirmi - yıllık bir sahneye koyucu ve öğret- men.. Devlet Tiyatrosundaki hemen butun oyuncuların hocası durumun- da. Seyirci olarak, şu sahneye ko- yucu dediğimiz sanatçıyı gereği gi- bi tanıdığımızı pek sanmıyorum. Bir oyunun yazarını biliyoruz. oOyun- cularını tanıyoruz. Beğeniyoruz, ya da yeriyoruz. İyi oyun, kötü o) iyi oyuncu, kötü oyuncu yoruz. Ama sahneye koyucu? Bir sahneye koyucunun yazar kadar, oyuncu ka- dar önemi var. Seyrettiğimiz oyuna yol yöntem çizen, yorumlayan bir adam sahneye koyucu. Sahnede ken- disini görmüyoruz ama, bir koltu- ğun duruşunda, bir kapının açılışın- da, oyuncunun dilinde, giyiminde, hareketinde o var. Perde carisinde kapanık, ama alabildiğine osorum- luluk taşıyan yorucu, yıpratıcı bir çalışma adamı. Bütün bunlar kadar VE DÜNYASI önemli olan, yaratıcılığı. koyucunun yaratıcılık gücü, yunun çok atman kaderini çizebili- yor! Bir oyun, seyircinin karşısına çı- kıncaya kadar sahneye koyucunun Sahneye bir o- teknesinde yoğruluyor, biçimleni- yor, değerleniyor. Sonra üç zil sesi, perde açılıyor. Sahneye koyucu or- talarda yok gibi atsa, oyunun her ânında var! Bir çok oyunun şu, ya da bu sahneye koyucu elinde söyle, ya da böyle oynanması, sevilmesi, ya da sevilmemesi bundan. Sine- mada olsun, tiyatroda olsun, oyun- cu adı, yazar adı bellediğimiz kadar sahneye koyucu adı bellediğimizi sanmıyorum. Oysa, o belledikleri- mizi o biçime sokan adam var. Ma- hir Canova tiyatronun en zor, ama bir o kadar da güzel bir yanını seç- miş kendine, Konservetuvardakiler de dahil, şimdiye kadar yüze yakın eser sahneye koymuş. "Nasıl yapar- sınız bu işi?" diye sordum. "Bir o- yun üzerinde nasıl çalışırsınız, nasıl çalıştırırsınız?" Anlattı. "Bir kere" dedi, “ilhama ve fanteziye çok. ö- nem veririm. Reji ilkesi olarak, öğ- retmenlikte ve diretmen okulunda Öğrendiğim bir ilkeyi ön planda tu- tuyorum. Benim içki önemli olan hir oyunun estetik, öğretici, eğlendirici yanlarını hatırda kalabilecek şekil- AKİS, 26 HAZİRAN 1961