Yassıadadan Geliyorum Kurtul ALTUĞ assıadanın tarihi duruşma salonunda tanıklara ayrılan kısımdaki y yerimden, hemen sağ tarafımda bulunan insan yığınını seyrediyo- rum. Aramızda iki metre mesafe ya var, ya yok. Bundan bir yıl evvel de onlara bu kadar yakın bulunmuş, azametlerini hayret ve nefretle iz- lemiştim. Şimdi boyunları bükülmüş, süngüleri düşmüş, yüzlerindeki dehşet çizgileri kaybolmuş. Bir an, dehşetli Komisyonun en cakalı, fa- kat en cibilliyetsiz üyesi Kemal Özerle gözsüze geliyoruz. Başını öne eği- yor, dudaklarını büzüyor. Bakışlarını benden kaçırmak istediği belli. Bel li ki, utanıyor. Bu tüysüz delikanlı, beni bir yıl evvel sorguya çeken, çalıştığını mecmuanın kapılarını tekmeyle kiran, etrafa dehşet saçan Kemal Özer değil sanki! Gözlerimi bir parça daha kaydırıyorum. Bu defa Bahadır Dülgerle gözgöze geliyoruz. Kalın camlı gözlükleri altın- dan bana dikkatli dikkatli bakıyor ve hatırlamağa gayret ediyor.! Bir yıllık sayfiye hayatı, onu muma çevirmiş. Kendi mesleğimden olan bu adama tiksintiyle bakıyorum. Gözlerini benden ayırmadan, terini sili- yor. Yassıadanın tarihi duruşma salonunda terleyen bu adara, kale- mini ve ruhunu bir zibidiye satmanın cezasını en ağır şekliyle çekiyor. Oturmakta olduğum tahta sıranın hemen sağ tarafında bulunan bu insan yığını beni düşündürüyor. İnanmamış insanların perişanlığı bir kere daha en canlı sekliyle karşımda. Biraz ilerdeki adamı da çok iyi tanıyorum. Bu, Ekrem Anıt! Hâlâ diş gıcırdatıyor. Eline fırsat geçse, beni gene bir kaşık anda boğacak! Gözlerinle, kin ve hırsın pırıltıları var. Başkandan aba istiyor, mikrofonun başına ve ve çe kö- pükler saçarak saçmalıyor, saçmalıyor.., "Efendi adamım", diyor. "Kur- tul Altuğa küfretmedim" diyor. Şahitlerin doğru Söylemediklerini ileri sürüyor. Suçluların ruh haleti içinde çırpınıp duruyor. Bu adam bir dev- rin en sert, en kuvvetli, en mütecaviz milletvekiliydi. Şimdi yalvarı- yor ve kendini kurtarmak için çabalıyor. Ben Yassıadanın tarihi duruşma salonunda hak v© şerrin, menfaat ve idealizmin son kavgasını seyreden şanslı insanlardan biriyim. İki devri biliyor ve mukayese ediyorum. Bana bağıranların bana küfreden- lerin, nihayet, beni ailemin içinden koparıp alanların bugün kendi ha- kimlerinden gördüğü müsamahayı takdir ediyorum. Halbuki onlar bize bir tek fırsat bile vermemişlerdi!.. Hemen sağ tarafımda, kuklaların iplerini ellerinde tutan iki insan var. Bunlar, Yassıadada oynanan dramın baş aktörleri: Bayar ve Men- deres... Menderesin yüzünü dikkatle tetkik ediyorum. Ne hale gelmiş! Hır- sın ve basiretsizliğin insanı ne hale getirebildiğinin en canlı tablosunu teşkil ediyor. Bir devrin kudretli Menderesi, süt dökmüş kedi gibi ses- siz sedasız oturuyor. Kalk diyorlar, kalkıyor. Otur diyorlar, oturuyor. Yanındaki, avurtları şişkin adam ise Celâl Bayar... Millete demokrasi vaad edip, omuzlar üzerinde iktidara gelen ve sonra millete sırtını çevi- ren adam! Sol elinde bir kulaklık var. Belki de duruşmaları en dikkatle izleyen sanık, Celâl Bayar. Durmadan avurtlarını kemiriyor ve somur- tuyor. Duruşmaların gedikli dinleyicileri, sanıkları pek iyi tanıdıkları için, izahat veriyorlar. Boyarla Menderes dargınmışlar. Zaten halleri pek garip. Menderes sandalyasında hep sırtı Bayara dönük oturuyor. önceki durumunu bildiğim Menderesin, üzerimde bıraktığı tesir, tik- sintiden başka birşey değil!.. Bir koca gün, on yıl millete çektirenlerin, halini gördüm ve üzüldüm. Üzüntümün sebebi elbette ki bu perişan topluluk değil. Üzüntümün se- bebi, böyle bi, güruhun bu memleketi on yıl gibi uzun bir süre idare etmiş olmasından ibaret. Duruşma bitti. Salonu terkedip Fenerbahçe vapuruna giriyoruz. Anayasayı İhlâl Davasının sanıkları makinalı tabancalar arasında yer- lerine dönüyorlar. Kader! er! Ama, sâdece kader mi?. meşhur olmuş yemini elindeki kar- tondan okumağa başladı: — Bir şey saklamaksızm ve bir şey katmaksızın Hâdise, geçen Baflanm sonların- da, cuma günü, Yassıadanın jimnas- tikhaneden bozma tarihi duruşma sa- lonunda cereyan ediyordu. Saatler tamı tamına 9.34'ü göstermekteydi. Arkasında (Atatürkün "Adalet Mülkün Temelidir" vecizesi yazılı Yüksek Adalet Divanı (o kürsüsünün tam orta kısmındaki kollukta otu- ran Başkan Salim Başol tekrar öne doğru eğildi ve: "“—bBu 28 - 29 Nişan hâdiseleri ve Tahkikat Komisyonu ile ilgili bilgile- riniz olduğu iddia ediliyor. Bildikleri- nizi anlatınız" dedi. Genç adam evvelâ durakladı ve hâdiseleri bir kere daha yaşamağa çalışarak konuşmağa başladı. Haf- tanın sonundaki cuma sabahı saat- ler 9.34'ü gösterirken tanık. AKİS Mecmuası Yazıişleri Müdürü Kurtul Altuğun, kendisini tevkif edin meş- hur ve malüm Tahkikat Komisyonu ile hesaplaşması bu dekor içinde baş- lamış oldu. Tanık, sözlerine: — 28 Nisan günü telefon çaldı" cümlesiyle başladı. Bundan sonra Altuğ, dehşetengiz Komisyon tarafından nasıl bir husus hakkında "malümatına müracaat mucip sebebiyle e davet e-. dildiğini izah etti — Bu gayet pm bir davetti. Kendilerine, yazılı bir emir istediği- mi bildirdim. Onlar da kabul ettiler. Biraz sonra bir sivil polis geldi ve beni Komisyona götürmek üzere bü- romdan aldı. Bu sırada Başyazar Metin Toker İstanbulda bulunuyor- du. Onu telefonla aradım. Fakat ko- nuşmak mümkün olmadı" diye de- vam etti. Altuğun macerası bir 28 Nişan sabahı böylece başlamış oluyordu. Yüksek Adalet Divanı huzurunda geçmişi bir defa daha hatırlamak ve hatırlatmak, 'salondakileri pek me- raklandıran bir hâdise oldu. Tanık Kurtul Altuğun hemen gerisindeki, tahta parmaklıklı bölmelerle ayrılan kısımda bulunan sanıklar dikkat ke- sildiler. Sol baştan ikinci sıranın ü- çüncü sandalyasında oturmakta olan tüysüz bir delikanlı başını ileriye doğru uzattı ve tanığın sözlerini dik- katle dinlemeğe koyuldu. Zira tam bu sırada Altug. hâdiseleri yeniden yaşıyormuşcasına Zaman ve mekân zikrederek, kendi sorgusunda adları geçen dehşetli üyelerin isimlerini saymağa ve Komisyonun marifetleri- ni anlatmağa başlamıştı, İlk isim, 28 Nisan 1960 günü Altuğu sorguya Çe- ken beş kişilik Tâli Komisyonun Bas kanı Nusret Kirişçioğluna aitti. Baş- kan bu sırada Tanığın sözünü eliyle AKİS, 26 HAZİBAN 1961