TİYATRO İstanbul Sanat festivali ga Mayıs ayını kaplayan Sanat Festivali, İstanbulda ilk sıcaklarla sona ermiş olan tiyatro mevsimini sini bir "uzayış"la. kapattı. Hazırlık- sız, birdenbire girişilmiş olan bu te- şebbüsün, müzik ve sinemadan yana olduğu gibi, tatmin edici bir neticeye ulaştığını söylemek güçtür. İki kıtayı, iki medeniyeti birbiri- ne bağlayan İstanbul gibi eski ve bü- yük bir kültür merkezinin çoktandır özlediği böyle bir o festivalin elbette daha itinalı, daha ciddi bir şeklide ha- i. Mevsim kapan- zırlıklar yapılmadan, hatta muayyen bir hedef güdülmeden ortaya atılan ve hemen tatbikatına geçilen bu "fes- tival" teşebbüsü, 'yeni ağıza eski ta- am" kabilinden, tahsisatlı ve özel ti- eserlerin tekrarından öteye gidemedi. Sanat hayatı yıldan yıla zenginle- şen, seyirci sayısı kadar ziyaretçi sa- yısı da yıldan yıla artan İstanbulda bir değil, birçok festival tertiplense yeridir. Ama elbette böylesi değil... Bir sanat festivali, oherşeyden önce, bir çeşit sanat yarışmasıdır. Festiva- le katılan her topluluk dağarcığında en yeni, en güzel, en üstün ne varsa onu ortaya koyar, böylelikle başarı kazanmak ister. Halbuki İstanbul Sa- nat Festivalinin daha ilk yılında, ti- yatro bakımından, böyle bir endişe güdülmediği belliydi. Başta Festivali tertipleyen Belediyenin kendi tiyatro- su olan Şehir sahneleri evvelce çıkar- mış oldukları piyesleri - o da en seç- kinlerini değil- tekrarlamakla yetin- diler. Belediyenin okendi tiyatroları böyle yapınca. Festivale katılan res- mi, hususi öbür topluluklar da aynı kolaylığa kaçtılar. Devlet Tiyatrosu, repertuvarında yer almış operalardan birkaçını, hususi tiyatrolar da afişle- rindeki piyesleri bir akşam da Tepe- başı sahnesinde oynamakla Festivale katılmış oldular. Bunun tek istisnası, Haldun Dormen topluluğunun ilk defa Festival oçerçevesi içinde (oynadığı 'Sokak Kızı İrma' oldu. O da tesadü- fen, mevsim sonu için hazırlanmış o- lan bu müzikal komedinin prömiyeri Festivalin ilk günlerine. rastladığı için... İstanbul Sanat Festivalinin prog- ramı, önümüzdeki yıllarda da gene görülmüş. şeyleri tekrar göstermek- ten ibaret kalacaksa. hu Festival bir özenti olmaktan İleri gidemiyecektir, 30 Vasfi Rıza Zobu Başarının dumanı 'Sabır ve Sebat" yem tek faydası, mevsimin son eserlerini görememiş olanlara, on- ları görmek fırsatını oOvermesi oldu. Yeni açılan Üsküdar Tiyatrosunda ilk eser olarak sahneye konulmuş o- lan "Sabır ve Sebat"ı Tepebaşı sah- nesinde görenler, Abdülhak Hâmidin bu çok kişili -50 den fazla-, çok me- kânlı ve bir hayli dağınık eserini Se- limi izzet Sedesin anlaşılır bir dille yaptığı yeni sahne adaptasyonundan dinlemek ve Avni Dilligilin canlı, ha- reketli rejisinden seyretmek zevkiyle yetinmişlerdir. Çünkü "Şâir-i Azanı"- ın "Sabır ve Sebaf'ı, aslında, incir çe- kirdeğini doldurmayan bir "Küçük- beyle vefakâr Cariye"nin aşk hikâye- sinden öteye gitmemektedir. Hem ne hikâye!.. Küçükbey Cariyenin aşkın- dan delidivane olmuştur. Bu yüzden Paşa amcasının, kendisine gönül ver- miş olan kızıyla evlenmeyi reddeder. Bu yüzden konaktan kovulur, babası da onu evlâtlıktan reddeder, İşi der- vişliğe vurup, Aşık Garip gibi yollara düzülür. Bir Mevlevi dedesinin yanı- na sığınır, ona evlad olur. Derken alafranga bir kılık ve kıyafet içinde Paris sosyetesinde arz-ı endam eder. Sonra tekrar yurda ve dervişliğe dö- ner. Ölüm halindeki babasıyla son ne- fesinde karşılaşır. Hâlâ unutamadığı cariye de oradadır. Babasının bütün ısrarlarına, 'rica hattâ tehditlerine rağmen, zindana atılmayı göze almış, ama ihtiyar efendisine râmolmamış- tır. o Âşık ile maşuka nihayet birle- -irler. Onlar ermiş muradına... Sahnedeki oyun. bır sanat memnuyeti iyi oy- nandı. Bellibaşlı rollerden Rume- li Paşasında Kemal Ergüvenç Ha- nımında Samiye Hün, Mehmette E. Gemicioğlu, Topal Hüseyinde -aşırı- lıklarına rağmen- Feridun Karakaya. Münim Efendide Reşit Baran, Mat- mazel Sertikofda Leyla Altın, geç- miş bir çağın havasını getiren kompo- zisyonlarıyla inandırıcı tipler (o can- landırdılar. Yazıldığı devrin dil ve ifada ö- zelliklerinden sıyrılınca bütün güzel- liğini okaybedeceğini sananlara Ab- dülhak Hamidin piyesini görmelerini tavsiye etmek yerinde olur. oOAma mevsimin bitimine on gün kala sah- neye konulan "Sabır ve Sebat" Iı nerede, nasıl görsünler? Üsküdar Ti- yatrosunun geciken açılışı mi aylarca afişte kalabilecek bir tem lin mevsimin son haftalarına sıkış. tırılması iyi olmamıştır. Bu haksız- lığın önümüzdeki mevsim başında telâfi edileceği umulur. "Saman Yolu" ya Dormen topluluğu, küçük ti- yatrolarının yanıbaşındaki Atlas sineması sahnesinde ilk müzikal ko- medi denemesini "Sokak Kızı İrma" ile gerçekleştirirken, aynı topluluk- tan iki sanatçı Karl Wittlinger'in "Saman Yolu" ile Küçük .Sahnede perdeyi Mayıs sonuna kadar açık tut- tular. Festivalde yer almış olan "Saman Yalu" birkaç mevsim önce Ankara - daki Oda Tiyatrosunun seyircimize tanıttığı, sonra İstanbulda da sayılı birkaç temsilini verdiği, kendi tarzın- da güzel bir eserdir. "Saman Yolu"nun özelliği, iki ki- şilik bir sanatçı kadrosuyla beş-altı kişilik piyes oynamanın tekniğini ba- şarıyla gerçekleştirmesi, seyirciyi de tatlı tatlı güldürürken acı acı düşün- düren bir insanlık dramının buruk- . Deli diye tımar- nın, "ölü" yıtlar üzerinde bir kere yedikten son- ra, nişanlısını, malını, mülkünü değil doğup büyüdüğü topraklar Üzerinde yaşamak hakkını bile topluma ve çev- resine kabul ettiremeyen bir talihsizin başından geçenleri dinler ve seyreder- ken insanın, insanlığın halinden umu- dunu keseceği gelmektedir. Sahnedeki oyun “giman Yolu". Yılmaz -Doktor- ile Turgut Boralı -Adam- arasında, mükemmel bir ahenk, bir anlaşma ve cempo ile oynandı, İki sanatçı da va- kanın gerektirdiği çok değişik sahne- lerin havasını rahatça verdiler çeşit- li tipleri isabetli o kompozisyonlarla Saim Alpagonun unutulmaz Turgut Boralı sıcak ve tesirli bir o- yunla yaşatmıya devam etti. AKİS, 19 HAZİRAN 1961