fakat mütadın dışında hareketliydi. İki liderin arkalarındaki tiplerden bir pehlivan -Süleyman Baştimur- dikkatl çekti. Celâl Kosovanın şofö- rü tipik bir m kay boylu, yus- yuvarlak bir "âlet adım, Fikret Gören olduğu anlaşıldı. Kadınlardan birinin adi Ferdane Polat, ötekininki Kadriye Caymazdı. Zeki Şahin, ko- yu renk, kruvaze elbisesiyle pek şık- t ama, meşhur çizmeleri ayağında değildi ve bu, haşmetinden çak şey kaybettiriyordu. Modern Celâlilerin arasında, dilsiz mi, yoksa sağır mı olduğu pek anlaşılamayan bir de ga- rip tip vardı. Adı Seza Girginerdi. İsmi sorulduğunda eliyle bir takını işaretler yaptı. Kulaklarını gösteri- yor, konuşamıyordu. Ama Başkanın sözlerini pek âlâ anlıyor, icabını ya- pıyordu. Anlaşılan, Topkapıya da “icaba bakmak" üzere gitmiş, fakat Yassıadayı boylamıştı. En büyüğünden en küçüğüne, bu adamların bir zaman, memleketten başlayarak mahallelere, D.P. kade- mesindeki mevkilerine göre her yeri nasıl haraca kestiklerini hatırlayan- iktidar, işte böyle bir kadroydu. B tribünündeki ihtiyar bir kadın, göz- leri yaşlı, başını iki tarafına salladı: "“— Bugünleri de bize , gösteren, Tanrım! Şükürler, sana.. Hesap görme saati Meselenin esasına kararnamenin 0- kunmasıyla geçildi. Başkan Ba- sol, bu gibi hallet için bulduğu pra- tik usülü gene tatbik ediyordu, 29 sayfalık metin okundukça, kimden bahsediliyorsa onu mikrofon başına çıkartacak ve sorgusunu yapacaktı. Tabii bu, bir şahsın bir çok defa söz almasını gerektiriyordu. Radyo Dâ- vasında iş düşük efendiye düşmüş- ken, bu defa kabak Şişman Vali -Sa- unalarda eritemedigi göbeğini Yas- sıada eritmiştir- Ethem Yetkinerin bir zamanlar, valiliği çiftlik kâhya- lığı gibi anladığını söylemişti- başı- na patladı. Mikrofona gitti geldi, git- ti geldi, "Topkapı Suikastı" diye bi- linen hâdiseleri kendi o zaviyesinden anlatmaya çalıştı. Bilinmez neden, diğer bir kısım sanıklar gibi onun da küstah bir edası vardı. İlk şöhre- tini İnönüden yediği azar ve CH.P. İstanbul il binasından, hem de üze- rinde valilik hırkasını taşırken ko- vulmuş olmasıyla yapan Ethem Yet- kiner -bir zamanlar, valiliği çiftlik kahyalığı gibi anladığım söylemiş- ti- bir küçük attan gibiydi. Oturduğu yerde, yanındaki Kemal Aygünle bir zamanlar, V.C birliklerinin ku- mandanlık kılıcım kuşanmıştı- isti- AKİS, 5 ARALIK 1960 | Kulağa küpe Türkün aklı... Şi öld mütemadiyen tek- rarlanan iki kelime: Bayın İnönül Hele, Topkapı dosyası acildi ya, artık salonda "Sayın İnönü" den geçilmiyor. Çetenin en bü- yüğünden en küçüğüne (okadar hepsi için öldürmek istedikleri o adam "Sayın İnönü'dür. Da- ha mikrofon başına geçer geç- mez başlıyorlar: Sayın İnönü, Sayın İnönü.. Ayol, Şimdi "Sayın inönü" diye feryat (o edeceğinize devr-i saadetinizde birbirinizin okula- gına fisıldamaydınız ya: — İnönüyü sayın!" şarelerde bile bulundu, onun öğret- tiklerini, mikrofona çıkıp tekrarladı. Kararname, hâdisenin hikayesiyle başlıyordu Uşak hâdiseleri cereyan etmiş, İnönü İzmire gelmişti. Oradan İstanbula geçecekti. Emniyet Müdü- rü İstanbul Valisine bir haber ver- mişti: Liderlerine, Halkçılar büyük karşılama yapacaklardı! Bunun ha- zırlıkları içindeydiler. Bunun Üzeri- ne Şişman Vali, durumu büyükleri- ne -çiftliğin sahibine- arzetmişti. O tarihte çiftliğin iki sahibi de, İkti- darın 1 ve 2 numarası İstanbulda bulunuyorlardı. Menderes -bir zamanlar, muha- lifleri idam sehpalarıyla tehdit et- mişti- karargâhı olan Park Otele derhal V.C. birliklerinin kumandanı- nı çağırmış ve emir vermişti. O, İ- nönü olacak adama, memlekette is- tediği gibi fink atamayacağı onle- rilecekti. Bunun da çâresi, V.C. bir liklerini toplayıp ogüzergâh üzerine yığınıklar yapmak ve onları hareke- te geçirmekti. Kamandan bu plâna itiraz etmişti. Fikir esas itibariyle güzeldi! Güzeldi ama, tehlikeliydi. İki tarafı, böyle karşıkarşıya bırak- mak ne dereceye kadar doğruydu? Barut ve ateş yanyana gelince, İn- filâk mukadder olmaz mıydı? Kal- dı ki ortada bir de 6/7 Eylül hadise- si vardı. -"Topkapı Suikastı" 4 Ma- yıs 1959'da cereyan etmiştir-. Fa- kat "pek sinirli" başkumandan buna aldırış etmemiş ve söylenenin yapıl- masını emretmişti. V.C. kumandanı YASSIADA DURUŞMALARI da diretememiş ve icabım yapmak başkumandanı katleri o zaviyeden belirtmeğe ni- yetli bulunduğu derhal sezildi. Bu yüzden, tavrı hiç sempati toplamadı. Gene munis, nâzik ve terbiyeli ko- Küstah bir edası yoktu. kazanmadı. doğruydu. Hâdise böyla olmuştu. Kemal A; -bir zamanlar, V. C. birliklerinin kumandanlık kılıcı- nı kuşanmıştır- efendisinin yanından ayrılır ayrılmaz soluğu Şişman Va- linin yanında almıştı. Cifte Kumru- ların başları derde girmişti. Terti- bin hiç de hayırlı olmadığım sezmiş- ler, fakat burnundan soluyan düşük efendiye bir şey söyleyememişlerdi. Bunun üzerine çifte kumrular, me- seleyi Büyük Patrona arzetmeye lü- zum görmüşlerdi. Kalkmışlar, Şale Köşküne gitmişlerdi. D.P. nin İstan- bul Başkam sorgusunda, bunun bir delâlet ricası olduğunu söyledi. Bü- yük Patrona "o günkü mevkilerinin mesafesi icabı" durumu anlatmış- lardı. Aygün -bir zamanlar V.C. bir- liklerinin kumandanlık tabamı ku- şanmıştır- "o günkü mevkilerimizin mesafesi icabı" deyince çok kimse güldü. Zira, artık bu mesafe iki san- dalyalık mesafeye inmişti. ; aaa! Üstad da, düşük efendinin fik- rini desteklememiş miydi? Kararnamenin burasında Celal Bayar -bir zamanlar, muhalifleri a- yağının altında karınca gibi ezece- ğini söylemişti- mikrofon başına gel- di. Ağır ağır söze başladı ve Cum- hurbaşkanıyken yaptığı gibi elini ceketinin cebine soktu. Fakat Başol, gayet nâzik, "Elinizi cebinizden çı- karacaksınız" dedi. Karınca ezme meraklısı zat bu hareketi tekrarla- yınca, biraz daha sert, ihtarı taze- ledi. Burası Yüksek Adalet Divanıy- dı ve kendisi, Türk milleti adına ko- nuşuyordu. Düşük (Cumhurbaşkanı hâdiseyi hatırlamıyordu. Sorgusu sı- rasında da hatırlamamıştı. Ama son radan "imal-i fikir" etmiş ve mese- leyi zihninde (o canlandırmıştı. Efen- dim, bu bir “kontrnümayiş" idi. Üs- tad,. duruşma boyunca bir eski âde- tini daha tazeledi ve bol bol fransız- ca terim kullandı. Halbuki vaktiyle bu adet, kendisini bir defa feci şe- kilde gülüne hale düşürmüştü. İkti- sat Vekiliyken nutuklarında müte- madiyen "Perpecussion" diye bir ke- lime kullanmaya başlamıştı. Perpe- cussion, Perpecussion, Perpecussi- on.. Nihayet bir gün devrin Başba- kanı İsmet Paşadayanamamış ve 7