yaşıyan zencilerin, hem de en seçkin- lerinden birisinin durumu ortaya ko- nulmaktaydı. Yaşlı zenci, yeni doğan çocuğunu yeryüzüne ters geldi diye öldürecek kadar bilgisiz ve cahildi; en ilkel toplumların şartları altında yaşamaktaydı. Kenyada bütün zen- ciler aslını ararsanız fakirdiler, top- raksızdılar. Brooks'a göre, gelen be- yazlar "bunların dini hayatlarını, ge- leneklerini, sosyal ve kültürel değer- lerini birer birer" yok etmişlerdi. Halbuki her sömürmenin de bir had- di vardı ve bütün dünya insanlarının ortak malı olan bilgi ile, ileri görüş- lerle yavaş yavaş kaynaşmağa baş- lamış bulunan bazı aydın zenciler, iç- ten içe siyah Afrikalılar arasında bir hürriyet tohumu ekmekteydiler. Aynı zamanda, Afrikanın en bere- ketli topraklarının, 1rsız, UÇSUZ bucaksız çiftliklerinin biricik sahibi olan beyazların yaşadığı hayat ile kendi yaşayışları arasında zamanla bir karşılaştırma yapmak cesaretini bulan zenciler, bazı gerçekleri de an- lamağa başlamışlardı. Ama, Brooks'- un anlattığı genç zencinin beyazlara karşı cephe alışının sebebi, tarihi şartların normal neticesi olan bu du- rum değildi. Brooks, zencinin beyaz- lardan nefret edişini, bir beyaz tara- fından haksız olarak tokatlanmasına bağlamayı tercih etmişti. Genç rejisörün bundan sonraki tu- tumu daha da enteresandı: Brooks, Mau Man hareketini önceleri Kenya- lıların İngiliz sömürgecilerden bağım- sızlıklarını elde etmek maksadıyla harekete geçmeleri şeklinde göste- rirken; az sonra mübalâğalı bazı Mau Mau lideri tipleri çizmekte ve bu gö- zü dönmüş şahısların, kütleyi kanlı yollara çevirdiklerini öne sürmek- teydi. Halbuki, filmin başlangıcında da ortaya konulduğu gibi, Mau Man- lar cahil, bilgisiz kişilerdi. Bunların eline bir silâh verilmek istenmemek- teydi. Bu derece geri şartlar altında- ki bir kütlenin karşı koyması ise ka- çınılmaz şekilde basit, ilkel olacaktı. En basit, en ilkel karşı koyma şek- liyse, şüphesiz kan dökmekti. Mau Maular ne Gandi'nin pasif mukave- metcileriydiler, ne de karşı koymanın daha şuurlu olan şekillerini hissede- bilecek kadar yetişkindiler. Ters doğ- du diye kendi çocuğunu boğan Ken- yalının tepkisi, kanlı bir yoldan pat- lak verecekti. Vahşi ormanların, acı- mak bilmez bir tabiatın kölesi olan Kenyalılardan, meselâ nükleer dene- melerin durdurulması için Aldermos- tone'a protesto yürüyüşü yapan İngi- liz centilmenlerinin davranışını bek- lemek akla bile gelmemeliydi. Afri- kalı liderler de, Kenyadaki kanlı AKİS, 29 MART 1960 Curtis ve Sinatra Rejisörler yaya kaldı yolu seçerlerken; kendi insanlarını, kendi topraklarını bilmenin neticesi olarak, zencilere uygun bir yol tut- muşlardı. Kim iyi, kim kötü? rooks'un filmi daha sonra, zenci lideri (Sidney Poitier); çocukluk- ları bir arada geçmiş olan beyaz bir delikanlı (Rock Hudson) ile karşı karşıya getirmekteydi. Rejisör be- yaz delikanlıyı "burası benim vata- nım, bu topraklar benim, neden bu- raları terkedeyim" şeklinde konuş- turmaktaydı. Bu sözlerin filme ko- nulması bir tarafın düşüncelerini ak- settirme şeklinde alınırsa, doğru sa- yılabilirdi. Halbuki, beyaz gence şid- detle karşı koyan karısının bir müd- det sonra bu muhalefetini "çocukca" bularak, kocasının fikrine katılması, rejisörün de aynı düşüncede olduğu- na işaret sayılsa gerekti. Brooks Kenya'nın can damarı olan büyük toprakların, servet kaynaklarının be- yazlara ait olmakta devam etmesin- de bir mahzur görmemekteydi. Oy- sa, Kenyalılar sosyal ve ekonomik bakımdan belki de dünyanın en geri toplumlarından birini teşkil etmek- teydi ve geniş çapta sosyal ve kültü- rel hizmetler yapılarak, bulunduğu seviyeden biraz ileri götürülebilecek olan bu büyük yığının, kendisine ge- rekli kudret kaynakları verilmedikçe böyle bir işi başarması herhalde dü- şünülemezdi. Kaldı ki, Brooks'un be- yaz adamı, yetkilerinin ne olduğu pek anlaşılmamakla beraber, zencilere "eşitlik" tanınmasından da söz et- mekteydi. Kendilerine iş alanları, SİNEMA gelir kaynakları sağlanmamış; bede- ninin ufak bir bölümüne birkaç sap ot takmakla bütün gündelik giyimini yapmış olan Kenyalı ile, kolonyal şapkalı, İngiliz kumaşından elbiseler giyinen, para babası beyazların "eşit" olabileceğini - düşünmek, — herhalde kargaları bile iyice güldürecekti. "İnsan Avcıları"nın sonu ise, Bro- oks adına çok daha acıydı. Yakala- nan Mau Mau İ1liderlerinden birisi, zencilerin tanrısı olan bir taş parçası ile yüzleştiriliyordu. Beyazlar kendi- sine hristiyan moralitesinin tipik sloganlarından biriyle hücum edi- yordu. Mau Mau liderine, zenci tan- rının, kendisine, ci tanrıya ihanettir".. Taş parçasın- dan ibaret tanrısının karşısında u- tançtan yedi kat yerin dibine ge- çen zenci, nedametinden bütün öteki liderlerin adını veriyordu. Birkaç gün içinde önemli liderler yakalanı- yorlar. Sıra, hâlâ dağlarda olan genç zenci liderin (S. Poitier) yakalan- masına gelmişti. Bu işi, eski arkada- şı olan beyaz delikanlı üzerine alıyor, onunla bir tepede buluşuyor, teslim olmak hususunda kandırıyordu. Ama, durumu öğrenen beyazlardan bazıları daha önceden pusu kurarak; kabilesindeki bütün erkek, kadın ve çocuklarla teslim yerine gelen zenci- yi tuzağa —düşürüyorlar, — insafsızca hepsini öldürüyorlardı.. Zenci lider nasılsa katllamdan kurtulan küçük çocuğuyla birlikte — dağlara kaçıyor, beyaz delikanlı peşine düşüyor, boğu- şuyorlar, sonunda i si lar dikilmek suretiyle hazırlanmış bir tuzağa düşerek can yeriyordu Beyaz adam geride kalan ufak zenci çocuğunu yanına alarak çiftliğine dönüyordu. Bütün bu olaylar ve gerçekler göz önüne alınınca, Richard Brooks'un "İnsan Avcıları" hakşinas görünüp de, hakkın önünü kesen bir davranış olarak ortaya çıkıyordu. Brooks, ce- saretli görünmesine rağmen filminde yanlış görüşlerin, yanlış hal çareleri- nin savunuculuğunu yapmaktan Öte- ye geçememişti. Cesaret, dürüstlük, hakseverlik gibi postlara bürünerek işe girişen Brooks, filmin sonunda çeşitli problemleri, şurasından bura- sından dokunarak daha da karıştır- dıktan sonra, meydandan kaçıver- mişti. Geride kalan ise Sidney Poitier ile Wendy Hiller'in başarılı oyunları ve hele filmin son katliam sahnesin- deki nefis mizansenden ibaretti... 33