Bir Mülakat E v Halk dertli, esnaf dertli.. Yandaki sütunlarda Abdullah Canerin ağzın- dan esnafın dertlerini, meselelerini öğrenecek AKİS okuyucularının bu sütunlarda da ev kadınının nelerle uğraştığını okumasını istedik. Ay- ten Otyam bize bunları bir bir anlattı. Ayten Otyamın seçilmesi sebepsiz değildir. Bu genç ev kadını bir sınıfı temsil etmektedir: Orta Sınıf” Aileye ayda giren para, miktar iti- bariyle hiç küçümsenemez. Ancak miktar ile kıymet arasında bir farkın mevcudiyeti Ayten Otyam dinlendiğinde hemen göze çarpmaktadır. Orta Sınıfın artık iki değil, üç sıfırlı rakamlarla iş gördüğü bir hakikattir. Ama üç sıfırlı rakamların 1950 nin ötesinde kalan devrin iki sıfırlı rakamları kadar refah ve rahatlık sağlayamadığı anlaşılmaktadır. Değişen, isimden başka şey değildir. Nitekim, küçük evinde günlük meselelerini AKİS mu- habirine anlatırken Ayten Otyamın da bu hakikati müdrik bulunduğunu göreceksiniz. Ayten Otyamın dertleri bugün binlerle, onbinlerle ev ka- dınının dertleridir. Eşleri oldukça iyi para kazandığı halde iki yakala- rını bir araya getiremeyen, bütün ömürleri didinmekle geçen, bir taraftan tasarruf yaparak ötedeki bir yamayı kapatmaya çalışan, kısaca Kalkınan Müreffeh Türkiyede eşsiz dehaların mucizevi iktisat politikası sayesinde Ka di n 1 bir ip cambazı hayatı süren binlerle, onbinlerle kadının dertleri... "Evet, sorularınızı çok iyi anladım, çünkü içinde yaşadığım şeyleri elbette çok iyi biliyorum Bakın si- ze kısaca durumumuza anlatayım. Emekli bir bin- başının kızıyım. Lise birinci sınıftayken babamı kay- bettim. Annem, son eşyamızı lise diplomamı aldığım gün satmıştı. Çalışmam gerekiyordu, işe girdim. 1950 yılında elimize ortalama 321 lira geçiyordu, annemle beraber mutlu bir hayat sürüyorduk. Yıllar önce baba- mın da eline bu kadar para geçer, Bakırköyde beş odalı bir evde otururduk. Hemen şunu belirteyim ki, o za- manlar, annemin on taneden fazla ayakkabısı olduğunu çok iyi hatırlıyorum. Babam her ay bir kaç oyuncak paketiyle gelirdi. Her hafta bir defa yemeğe gelen mi- safirlerimiz olurdu. 1952 yıllarına doğru annemin ve be- nim elime geçen para ayın yirmisine doğru tükenmeye başladı.. Yavaş yavaş, aylık kazancımızı on gün, on beş gün derken bir ay önceden yemeğe başladık. 1953 yı- lında evlendim. Eşimin eline 350 lira geçiyordu. Maaş- larımızı ekleyip sakin bir hayat sürmeye başladık. Fa- kat bir yıl sonra ilk çocuğumuz olunca bütün hesapları- mız bozuldu, Sütüm yoktu ve çocuğu ancak karaborsa- dan bulabildiğimiz mama ile besliyorduk. Sonra siz de bilirsiniz karaborsa sari bir hastalık gibi yayıldı. Pey- niri bulamaz olduk, sonra zeytinyağını, vitayı!.. Kocam askere gidince, düğün hediyelerini satarak eski hayatı- 20 mızı devam ettirmeye çalıştım, Bu sıkıntılı devre altı ay sürdü. Elimize geçen parayla, bütün çabamıza rağ- men ayın 25 ini bile bulamıyorduk.. 1956 yılında Anka- raya yerleştik. Maltepede 125 liraya iki oda bir hol bir ev bulmuştuk. Kocamın maaşı altıyüz elli lira olmuştu. Rahat, dilediğimiz gibi yaşamak umudumuz yeniden be- lirmişti. Çünkü kocam, daha çok kazanıyordu. Çarşı pa- zar dolaşmasını çok seven, mesleği icabı çok tanıdığı olan eşim evin gıda ihtiyacını ilk elden alıyordu. Ben işten ayrıldım. Eşim benim bütün zamanımı evime ayı- rabilişimden, kısa zamanda kazancının artışından mem- nundu. Şimdi elimize ortalama bin lira geçiyor. Yeni ta- şındığımız evin kirası 300 lira. Havagazı yok. 1956 yı- lında Maltepedeki evimize elektrik ve havagazı bedeli olarak ortalama 35 lira ödüyorduk. Burada da aynı elektriği sarfediyoruz ama 90 lira ödüyoruz.. Gazocağı- nın çilesi de tuzu biberi. Ben kendi elbiselerimi patron- dan biçer ve dikerim. Fazla süs masrafım yoktur. Nisan ayı içinde ikinci çocuğumuzu bekliyoruz. Doğumu, bir Devlet hastanesinde yapacağım ucuz olması için. "Evlendiğimiz zamanlar, emin olun, 1000 lira ka- zanabilmek bizim için erişilmesi imkânsız bir paraydı. Rüyamızda bile böyle bir kazancı göremezdik. Yıllarca her vitrinin önünde, imrenerek ve sadece içimizi çeke- rek baktığımız o kadar çok şey vardı ki... "Ah, derdik, AKİS, 29 — MART 1960