TİYATRO İstanbul Bcisikletti "Cengiz Han!" muymuş? demeyiniz, olur. Refik ngiz Hanın da bisikleti —olur Erduranın Küçük Sahnede, birkaç haftadan beri, İstanbulluları — kırıp geçiren yeni ahramanı, bisikletiyle otomobillere, soygu softalara meydan umakla kalmıyor yaşlı- sından gencine, cahilinden kültürlü- süne, namuslusundan oynağına ka- evinde "el pençe divan" dur- durtmak istediği tam dört tane ni- kahlı karısına da duman attırıyor. Elini bir çırptı mı, dördü birden, et- rafında pervane kesılıyorlar Daha doğrusu uçu birden, çünkü dördün- 'ha cüsü bu "harem" hayatına katlana— cak soydan değil, zamane kızı, oku- uş, ış, görmüş, kadının "ko— leltk"den “hayat arkadaşlığına çık- tığına, çıkması — gerektiğine — inan- mış, zeki, uyanık ve temiz yürekli Tabii vakanın günlerimizde de- ğil medeni kanunun kabulünden ev- Vel -Cumhuriyetin ilk yıllarında geç— anlamışsınızdır. i. Mücadele kazanıl- dıktan sonra, bu dikbaşlı, âsi ruhlu Cengiz Hanı tatlı tarafından emek- liye sevkedivermişler... Şimdi, vak- tiyle bir arkadaşının ısrarıyla belki de kendisini "kazıklamak" için- bil- mem nerede, yok pahasına, aldığı a- razi, zamanla para etmiş, onu par- ça parça satarak İstanbuldaki Ha- reminde borusunu bildiği gibi öttü- rüp duruyor. Ama evin içini kasıp kavuran, pire için yorgan yakmıya hazır, bu celalli Cengiz Han, tica- ret işlerine hiç mi hi erdire- myor. Para ile alâkalı meselelerde ağzı süt kokan bir çocuk ve tecrübesiz. Tabii onun, bu toylu- ğundan faydalanarak varını elinden almakta gecıkmıyorlar Bir yandan ,Parasını güya — "işleten" ve daima “zarar"” eden komşusu hile- kâr Hacı İbrahim efendı bir yandan da onunla elele veren üçüncü hare- minin erkek kardeşi züppe Avni, bey, onu önce inek sağar gibi sagmaktan sonra da tavuk yollar gibi yolmak- tan geri kalmıyorlar. Zavallı, nere- deyse, kuru tahta üzerinde kalacak- tır bereket versin o bir türlü anla- şamadığı ve yaklaşamadığı, üçün- cü haremi imdadına yetişiyor... A- çık saçık giyinişine, kadınlık hürri- etini savunmak için bütün "ortak" larını isyana sürükleyen, evi ihtilâle modern Lysistrata!-. — acaip fikirlerine, davranışlarına bir türlü akıl erdıremedıgı en çok da sevdi- ği, üçüncü karısı Suzan onun, şin görünüşü altında bir çocuk ka— dar saf ve iyi taraflarını ve gerçek 28 sevgisini keşfedip gözlerini bir az a- m bir yalnızlıktan ve i f - lâstan yakasını kurtarıyor. Dört ka- rısından birinin ölmesi, ikisinin de "kagması ile boşalan — hareminde, artı ; sadece bir kadınla evli, mede- nı bir Cengiz Bey olar k yaşamanın sevdiği kadının "hayat arkadaş- ile yetinerek mesut — olmanın öğrenecektir. lığı" sırrını Verimli bir yazar Cengiz Hanın Bisikleti" Refik Erduranın iki yılda oynanan üçüncü telif piyesi. Geçen yıl Şehır Tiyatrosunun oynadıgı , mevsim başı sahneye koyduğu "Bir Kilo Namus aylarca afişte kal- mış, belki bir hayli tenkid edilmiş, ama “tutmuş'tu. Şimdi aynı mev- Refik Erduran Rockfeller'in — kağnısı! sim içinde Küçük Sahnede ,oynanan yeni komedisi de "tutuy Ağırbaşlı tenkidin begenmedıgı hırpaladığı, "hafif'. — "zayıf”, " dan" bulduğu piyesler böyle üst üs- te "tuttu”" mu, o piyesleri yazan ka- lemde mutlaka bir meziyet, bir ka- biliyet, bir ustalık vardır, diye dü- şünmek en akıllıca, aynı zamanda en dürüst hareket olur. Refik Erdura- nın meziyeti, hattâ ustalığı, görülüyor ki, tekniği sağlam, sağduyuyu, mantıgı zorlamayan, her yonu iyi hesaplanmış opulup biçil- miş, derli toplu ve "olası" — bir va- ka içinde, gerçekliği olan -olmasa da öyle görünebilen- şahısları sahneye çıkarmasında, bu şahısları tabii bir tiyatro diliyle konuşturmasında, bu konuşmaları, ilgiyi gevşetmemek i- çin, renkli, canlı, güldürücü veya dü- şündürücü nüktelerle süslemeği de bilmesinde... Bütün bunlar az mezi- yet, az ustalık mı? ma, bu meziyet bu kabılıyet ciddi" d lın cevabını bulmak yerinde eki ama, sahnelerimizin hafif medilere 1htıyacı yok mu? yacımız ilelebet hep adını sanını bil- mediğimiz yabancı yazarların, adla- rını bile -aktör ve seyirci- zor telâf- fuz ettiğimiz eşhasla dolu, ekseri- ya hayatımıza da uymıyan, eserle- riyle mi gidermeğe uğraşacağız? Bu çeşitten yerli eserleri küçümser- rlü sek, bir tü inkişaf edemiyor di- ye yanıp yıkıldığımız "milli tiyatro" dâvası nasıl kazanılır? - Hem Refik rduranın bir Moliere. bir Gogol. bir Bernard Shaw iddiası mı var doni. olmak Telif eser sahasında aşağılık duy- gusundan sıyrılmadıkça, .çalıp çırp- tüccarlığına düşmemek üstü çıkan yerli eserleri, ti rejisör, aktör, seyırci olarak benımsemedikçe tiyatro sa- natımız da, edebıyatımız da yerinde saymaz da ne yapar Sahnedeki Oyun aldun Dormen, Küçük Sahnenin hakikaten kuçu ük sahnesine "Cengiz Hanın Bisikleti"ni hareket ve canlılık bakımından vakanın lü- zumlu kıldığı tempoyu vererek çı- uğunu göstermiştir. u roğlunun dekorları ile Güler Eren- yolun kostümleri, gözü okşadıktan yakın mazimizin muayyeri "havayı" da isabetle veriyor. Cengiz Handa Ulvi nat mizacına, Urazın sa- aydınlattığı sarp zirvelere bir kuş ü Ulvi de ö yapıyor: ü miş, bu yüzden de gülünç olmuş zih- niyetiyle, devrını tamamladığı için sakat hayat Tüşüyle canlandırıyor. Müellifin, eserını ayakta tutabilmek için duşu ana karakter de bu olmalıdır. herşeyden — evvel üşü ütün zihniyetiyle mik” ve "gülünç" olmazsa bütün eser düşer, yani kimse oyuna gül- mez, eser de bir komedi olmaktan çıkardı. Ulvi. oyununu bir kere bu ana fikre sağlamca — yerleştirdfltten sonra, artık onu süslemekte zorluk çekmemiş, tipi nefis bir kompozis- yon halinde yaşatıyor, piyesi de, se- yirciyi de sürükleyip götürüyor. engiz Hanın dört karısından il- yaşlı başlı Pakize hanımı. E- rdam gıpta edilecek bir ra- hatlıkla oynuyor. Avrupa — görmüş, genç, güzel ve modern ortağı Suza- nı gördükten sonra onun yalnız gi- AKİS, 7 MAYIS 1959 kini, kin