herhangi bir mütalea serdedemem." noğlu da, toplantıdan çıkan di- ğer senatorler de yorgun ve üzgün görünüyorlardı.. Gazeteciler önce bu hali beyanatın ifadesiyle de manalandı rarak, kararın Kübalının aleyhinde çık tığı neticesine vardılar. Hattâ içlerin- den biri. Cumhuriyet gazetesinin mu- habiri, bu zannına o kadar bel bağ- ladı ki ayrı bir tahkike lüzum gör- meden. doğrudan doğruya gazetesi- ne gidip. Senatonun kararını Kübalı aleyhinde olduğunun anlaşıldığını bildirdi. Ertesi gün Cumhuriyet, bu hususta yanlış haber veren tek gaze- te oluyordu. Zira öteki muhabirler zanlarıyla iktifa etmemişler, tahki- katın peşim, haberin aslını öğrenin- ceye kadar bırakmamışlardı. Senâtörlerdeki, Cumhuriyet Gaze- tesinin muhabirini yanıltan yorgun- luk ve üzgünlük hali sebepsiz değil- di. Hepsi Kübalının siyaset yapma- mış olduğu hakikatini tam bir ittifak, la belirmiş olmanın rahatlığı, yanın- da, bu kararlarının Milli Eğitim Ba- kanlığı nezdinde en ufak bir rolünün bile olmıyacağı düşüncesinin sıkıntısı içindeydiler. Halbuki hazırladıkları mütaleada her şeyi ne kadar güzel ve ilmi şekilde izah etmişler, nasıl yüksek seviyede bir cevap tesbit et- mişlerdi. Bu, bir Universiteye yakı- şan cevaptı. Yazık ki peşin karar Ankarada çoktan hazırdı. Hakikaten Senatörlerin — raporu doğru dürüst tetkik dahi edilmeden, cevabın Ankaraya yollanılışının he- men ertesi günü, daha evrakın nor- mal formalitesi tamamlanıp, — kayıt muamelesi bile yapılmadan, Bakanın yetkisini kullanarak Kübalıyı bakan- lık emrine alıverdiği görüldü. Ne Se- natonun kararının mevridine — usulü dairesinde ulaşması, ne de Milli Eği- tim Bakanının muameleyi bir tetkik sonunda bu kadar çabuk intaç etme- si, normal isleyen bir devlet meka- nizması için mümkündü. Ama Celâl Yardımcının hassasiyeti ve sömestr tatilinin başladığı 1 Şubatı seçmek- le yaptığı hesap, imkânların dışında- ki sürati imkânların içine sokmuş, bakanlık emrine alınma muamelesi- nin ilânı Cumartesi peçesinin son a- jans — bültenine sıkıştırılıvermişti. Evrak İstanbuldan' Cuma günü sevk ediliyor. Cumartesi günü mesai sa- ati dışında Ankaraya geliyor ve mu- amele telefonla haberdar edilen Ana- dolu Ajansının bülteniyle tahakkuk ettiriliyordu. Evrakın kayıt usulleri, muamelenin tekemmül şartları son- radan gelsindi. Gerçi usule göre, ba- kanlık emrine alma kararının önce İstanbul Üniversitesi Rektörlüğüne, oradan Hukuk Fakültesi Dekanlığı- na havalesi ve Dekanlık eliyle de Ku balıya tebliği gerekiyordu, yani mua- mele ancak bu tebliğ ile tekemmül edebilir, Anadolu Ajansı buradan sonra "Kübalı Vekâlet emrine alın- mıştır" diyebilirdi. Ama Celâl Yar- dımcı böyle ufak tefek usul mese- lelerini ayağına dolaştıracak adam değildi AKİS, 8 ŞUBAT 1958 Postacının derdi adyoların bakanlık emrine elma kararının — yaydıkları gecen ertesi günü, Türkiyede kendısınden en ziyade konuşulan adam Hüseyin Nail Kübalıydı ama, en ziyade yoru- lan adam bir posta müvezziidi. Su- adiye postahanesine bağlı "müvezzi Hasan Efendinin ayaklarına, Cınar- dibindeki eve telgraf taşımaktan ka- rasu iddi. Pazartesi gününden itiba- ren telgraflara mektuplar da ilâve oldu. Sanki bütün millet, hışma uğ- rayan hocaya teessurlerını bildirmek için seferber haldeyı Müvezzi Hasan Efendi, kendi ken- dine düşünüyordu: Yıllardan beri ta- nıdığı bu son derece ağır başlı, ki- bar adama ne olmuştu ki durmadan telgraflar, telefonlar yağıyordu? Ha- san Efendiyle beraber merak eden başkaları da vardı: Başına gelenleri duyduklarında o kadar üzüldükleri bu profesör kimdi? Nereliydi? Me- ziyetleri ve kusurları neydi? Doğrusu suydu ki, bu suallerin cevabı alındığında Hüseyin Nail Kü- balıyı biraz daha fazla sevmemek, biraz daha fazla takdir etmemek im- kânsızdı. Ah şu cübbe! Yenı yılın ilk günlerindeydi. Bir Perşembe akşamı Ankaradan İs- tanbula telefon edildi. AKİS'in neşri- yat müdürlerinden biri İstanbuldaki muhabire talimat verdi. Hüseyin Nail Kübalının profesör cübbesiyle çekil- miş muhtelif pozda resimleri ve ha- yat — hikâyesi isteniyor — profesö- rün bu yakınlarda kapakta yer al- ması ihtimalinden de bahsedilerek muhabirin hazırlıklı olması bildirili- yordu. Muhabır ertesi- sabah erkenden, Celâl Yardımcı İki dudak ucu YURTTA OLUP BİTENLER yanına fotoğrafçıyı da alarak kuk Fakültesinin yolunu tuttu. Bir hayli aradıktan sonre Kübalıyı Mu- kayeseli Hukuk Enstitüsünde buldu. Derdini anlattı. Fakat Kübalı ilk an- a bu işe pek rıza göstermedi. Püb- hsıteden hoşlanmıyordu. Nihayet, güç hal razı oldu. Fakat resmin cüb- be ile çekilmesi gerektiği söylenin-: ce gene mukavemet gösterdi. Canım resim çekilecekti, onu anlamıştı. Fa- kat neden illâ Cübbelisi isteniyordu.. Muhabir gene dil dökmeğe başladı. apak kompozisyonu böyle icap, et- tiriyordu. Neyse, Kübalı ikna olmuş- tu. Bir hademe cübbeyi getirdi. O sı- rada Kübalının odasına Mukayeseli Hukuk Enstitüsüne bağlı diğer bazı öğretim üyeleri de gelmişti. Bir asis- tan Kübalıya cübbesini giydirirken Ku balı birden bire durdu. Gözleri cüb- besine takılmıştı. Cübbeyi iki parma- ğı ile bir ucundan tutarak yarı ağ- lar, yarı güler bir çehre ve titrek bir sesle arkadaşlarına hitaben şun- ları mırıldandı Bu sevimli cübbeyi sırtımdan alacaklar"' İşte, Prof. Hüseyin Nail Kübalı uydu. Nitekim Kübalı, bu hâdiseden tam yirmi iki gün sonra bakanlık emri- ne alındığı haberini bir gece yarısı arkadaşlarından. birinden duyduğun- da hiç hayret etmedi. Çünkü başına gelecekleri, çok önceden kestirmişti. Ricat etse idi muhakkak ki ihtiras- la sevdiği hâttâ taptıgı kursusunden talebelerinden ve "sevimli cübbe"s den ayrılmayacaktı. Fakat yapmadı Zira Kübalı, fikir ve inanışlarında samimi idi. Kendi menfaatlerinin de- ğil, memleket menfaatlerinin gerek- tirdiği şeyleri yapmayı ve söyleme- yi de en azından kürsüsü, talebeleri ve cübbesi kadar severdi. Mütevazi ve sakindi. Adeta mün- zevi bir hayatı vardı. Kendisine eğ- lence yerlerinde rastlamak kabil de- ğildi. Sadece Cumartesi öğleden son- raları, zarif refikasıyla beraber dost- larını ziyarete gider, Pazar gunu de ziyaret kabul ederdi. O k bu halim selim insan, medeni cesaret doluydu. Çoban değil, büyük adam Suadiyede Noter sokağında bir ki- ra evinde oturan Anayasa Profe- sörü Hüseyin Nail Kübalı 1903 se- nesinde Niğdede dünyaya — gelmişti. Soyadını, Niğdenin eski ve tanınmış bir ailesine mensup ebeveyninin e- zelden beri oturmakta olduğu Küba mahallesinden almıştı. Küba mahal- lesinin ön kilometre kadar güney ba- tısında da, şarapları ile maruf Fer- tek köyünde, hemşehrisi sabık Ada- let Bakam ve Hukuk Profesörü Hü- seyin Avni Göktürk doğmuştu. Niğ- de sakinleri "Bizim vilâyetten ya büyük adam, ya da çoban yetişir" derlerdi. Kanaatlerince ikisinin ara- sı yoktu. Niğde ya Kübalı gibi ger- çekten büyük adam yetiştirirdi, ya da çoban. Kübalı, Tütün İnhisarı Mü- dürü merhum Nail eyin oğlu idi. Milli Mücadeleye yardımlarından do? 7