30 Okuyucu mektupları Seçimler hakkında A rzu edilmeyen bir D. P. ihniyeti meyva]arını verme- ğe bağladı. Mahalh bazı D. P. li- derleri — incelemi yapıyorlarmış. Kendilerinin seçim]erde kazanama- dıkları yerlerin idari taksimattaki rütbelerini tenzil edeceklermiş. Me- selâ kazamızdaki nahiyeler — köy, köyler mahalle olacak, — mahalleler ise "görülen lüzum Üüzerine" lağ- vedilecekmiş. Yaparlar.. yaparlar. Hatırımıza Ankara geldi. Daha bü- yük suç işleyene daha büyük ceza verilir kaidesi var olduguna göre, Kırşehir "kazaya" uğramış kaza ol- muştu. Ankara ise daha da büyük suç işlediğine göre olsa olsa nahiye olur. Üstelik bundan iyi bir propa- ganda vesilesi de elde etmiş olu- -uz. Dünyanın en büyük ve en mo- dern nahiyesi bizde diye. Fena mı bir taşla iki kus vurmak buna der- ler. A. Mehmet Kancoğlu - Ermenek 1 83. sayınızda "O Başkent ki" diyor: rsunuz, "nihayet D. P. nin büyükleri ikamete mecburdur- lar" Ne demek yani? Mademki D.- P nin büyükleri Başkentte o mecbur, eğış tiriverirler kentı olar bıt u da mı dert ya- ni? Zaten seçım netıcelennı ö neliden beri Ankar: da başına bir kaza gelecek dıye uykularım kaçıyor. Hüseyin Ergün - Ankara Radyo hakkında . P. Genel Başkanı seçim nu- tuklarından birinde "gayet bir gün muhalefete geçersek şimdiki muhalefete, muhalefet nasıl yapı- hr göstereceğiz" demıştı Kendile- rinden şimdiden rica ediyoruz di arzuladıkları mu alefetın nasıl olduğunu bize göstersinler ki milletin yarıdan fazlasının her ak- sam ciğerine isleyen Radyo Ga- zetesının ithamlarından bir an ev- ve ım. Kemal Mert - İstanbul S iz hiç radyo dinlemiyor mu- sunuz Allah askına ki bir gün elinize kalemi alıp da su radyonun haddini bildirmeye kalkışmıyorsu- nuz. Vaktiyle sayfalarınız arasın- da zaman zaman, tek tük te olsa radyo ile ilgili haberler çıkardı. Hatta bir zamanlar radyo sayfala- rı bile yapıyordunuz. Ne oldu yoksa radyo idaresi ile aleyhlerinde yaz- mamak için bir anlaşma mı imzala- dınız? Lehlerinde yazmak için bir anlaşma yaptığınıza imkân vere- mem zira lehlerinde yazılacak bir bu mak imkânsız Murat Kandemir - İstanbul M U S Caz Erol Pekcan orkestrası Hakikt "Caz"ın peşinde Türk cazında bir hamle urkıyede caz musikisinin gelişeme- yişini eninde sonunda tabii gör- mek gerekir. Bütün —beyazlar gibi, Türklerin de caza karşı bir içgüdüle- ri yoktur Bu, zencilere has bir şey- dir. Geriye, bu musikide başarı gös- termiş beyazların yaptıgı gibi, caza önce gonulden bağlanmak, sonra iyi- ce incelemek, usta cazcıların plâk- larını sık sık dinlemek ve başla ngiç- ta onları taklit etmek, nihayet -sağ- lam bir musiki bılgısının yardı- mıyla - yaratıcılık ve şahsı ıfade yol- larını aramak kalır. n biri nin, gelişmiş bir çalgı teknıgıne sa- hip olması gerektıgını söylemiye lü- zum bile yoktu Oysa memleketımızde, değil yal- nız musiki — dinleyi ahalinin pek bü k bir çoğunluğunun caz çaldık- larını zanneden musikişinasların bir kısmının bile cazı yanlış tanıdıkları, Amerikan kovboy şarkılarından İs- panyol tangolarına ve Brezilya sam- balarına kadar pekçok çeşit musiki- yi caz niyetiyle çaldıkları, soyledık- lerı ve dinledikleri, Celâl İn- cenin tangolarını bıle caz çerçevesı içine soktukları bilinen bır şeydır Ga- zetelerde hala Düğünl nişan- lar için caz" diye ılanlar çıkark memleketimizde niçin mMusi- kişinasları yetışmedıgını sormak bile abes olur. Türkiyede amatör caz musikişina- sı yok denecek kadar azdır. Caz bil- hassa nefes ve vurma çalgılarına da- yanan bir musikidir; Oysa bizde bir nefes salgısı çalmak hevesi gelişme- İKİ mış, çalgıcılığı meslek haline getirme- yi gözetmeden, zevk için evinde birşey çalanların büyük bir kısmı mandolin ve akordiyonu Öte yandan profesyonel olarak gece klüp- lerınde çalışanların ve hiç olmazsa meslek icabı caz çalma lüzumunu his- sedenlerin çoğu ya eğitimleri kafı olmadığından, ya da cazı seve! tanıyarak yetişmemiş olduklarından u musikiyi en iptidai bir şekilde bi- le çalmayı başaramamaktadırlar. Bununla beraber istisnalar yok İstanbulda saksafoncu İs- met Sıralın İdaresindeki topluluk hiç olmazsa iyi niyetle işe başlamış, Arif Mardının sevıyelı aranjmanları ve t Sermetin şevk verici fikirle- rıyle beslenmış, sonra profesyonel hayatın icapları yüzünden kalitesin- den kaybetmiş ve Sıralın Almanya'- da bir iş bulup memleketten ayrılma- sıyla bu topluluğun ismi artık silin- seçmişlerdir. 0 İsmet Sıralınkini aşan bir topluluk bir müddettir her Per- şembe: saat 17.30 da Ankara Radyo- sunda çalan "Erol Pekcan ve arka- daşları"dır. Bu radyonun, programı- nın tamamım araya rumbalar, vals- ler ve popüler şarkılar sokmadan- saf caz musikisine tahsis eden ilk topluluğu olarak taşıdığı önem bir yana, Erol Pekcanın grubu, icraları- nın degerıyle de dikkat çekmekte re bugün kadar Türkiyede en olgun dünya rında da bir seçkinliği vardır: Başlı- ca solistinin bir kornocu olması. Bu- gün cazda kornocular o kadar azdır ki ilk agızda ancak tek bir korno so- listinin, John Graas'ın ismi akla gel- mektedir. Onun da plaga kaydedılmış soloları pek seyre Korn falsosuz çalınması pek guç bir çalgı olması, çevik pasajların ıcrasına bü- yük imkânlar vermemesi ve inge müsait olmaması, bu çalgıya cazda İ- tibar — gösterilmemesine sebebıyet vermiştir. Maamafih usta bir icracı- nın elinde kornonun, trombona yak- laşan bir ses rengiyle, caza meselâ obuadan veya fagottan çok daha faz- la yakıştığı, John Graas gibi bir so- listin ve -yeni yetişmiye başlamış ol- masına rağmen— Pekcan grubunun korn! u Metin Gurelın çalışlarıyla ıspat edılmekted Metin Gürel, Ankara Devlet Kon- servatuarının - korno — öğrencisidir. Tİ idrakim ve hepsınd n önemlisi musi- ki sevgisini geliştireceğinden şüphe edilmemelidir. Musikiye, caz yoluyla, büyük bir hevesle bagla n bir kon- servatuar öğrencisinin aynı zamanda çok iyi yetışmış bir klasık musıkışı- ibi mezun, olacağına ve -Cum: hurbaşkanlığı Orkestrasına gırecek- se- iyi kornoculara muhtaç orkestra- nın kaliteli bir musikişinas kazan- AKİS, 30 KASIM 1957