DOKTORA İKİNCİ MEKTUP belki de yoktur. Tahammülünüzü taşırmak istemem. Bir de ben yurdumda öyle ihtiyarlar tanıyorum ki siz- den de benden de, arkadaşlarınızdan da daha genç, da- ha dinçtirler. Evet belki saçları ağarmıştır. Belki belle- ri bükülmüştür. Derileri buruşmuş, kağşamıştır. Göz- lüksüz okuyamıyor, uzağı yakım — seçemiyor, duymu- yor, işitmiyorlardır. Elleri titremektedir, — tansiyonları yükselmiş koroner damarları sertleşmiştir. Yolları dinlenmeden aşamamaktadırlar. Fakat yine onlar bir ünlük gazetenin baş köşesinde mukaddes tanıdıkları dâvaları Joe Louis'inkilerden daha kudretli yumruklar- la savunmaktadırlar. Misalleri daha da arttırmak müm- kündür. İsimlerini tahayyül kudretinize terk ederek tevazularını incitmekten çekiniyorum. "Kazancınız yerindedir", —"Masa başı idealisti" "Edebiyat meraklısı bir ortaokul talebesi ifadesi" gibi arsız mahalle çocuğu ifadelerini size yakıştıramam. nları kumamı olayım. Zaten siz de biliyorsunuz ki kanlı haliniz düzeldikçe şöhret, arkanızdan gelecektir. Ama hemen okulu bitirir bitir- mez bunlara sahip olmak değme babayiğitin başara- mayacağı bir 1ştır Söylediğimiz — olgunluğa — ula aşınca "Efendimiz" size de liyakatinize ve yararlığınıza göre bir değer verecek; davarını, camusunu, öküzünü, tarla- sını satarak ceremesini odıyecektır Bundan emin ola- bilirsiniz. Yaptığınız işin değerinin para ile ödenemez olduğunu da gene o yurt dışına çıkmamış, tarlasından başka toprak tanımayan cahil "Efendimiz" hepinizden iyi bilmektedir. Onun ıçm acele etmeyiniz. Çocuklar meme emer, para emme Mektubunuzda bir de sıraya girerek hocanın eli- ni Ööptüğümüzden dev vuruluyor. Hürmete lâyık olanın eli öpülür. Bu çok manalı bir Türk geleneğidir. Biz de fani varlığımız şu ellıncı yılına ulaşıncaya kadar dile- diğimiz elleri ö klarımız aşınmadı. Kirli el- i i em beni tanıma- m de şahsiyetim üzerin- mlere varıyorsunuz. Soyadını yıllardır ardımda teneke olmuştur. Nereye gıtsem beni bırak- maz. Yanlış kanaatler belırtmeden önce, bır insanın ne oldugunu tetkik k her zaman indür Ben büyük huzurundan gerı gerı GŞikilen, opulecek el- leri öpen, yaşlıya hürmetkar, gün atarken sofraya oturan, erken yatan, gün doğmadan uyanan, dedeleri- nin eserleriyle ve tarihiyle öğünen, Türk doğmanın ve Türk olmanın gururunu içine sindirmiş, her sün- netsizin peşinden gidemiyen bir neslin çocuğuyum. Hiç- bir zaman kozmopolit olamadık, züppelikten kaçtık. Be- ni anlamıyorsamz bari kınamayın küçümsemeyin ve hor görmeyin. Bütün öÖmrümüzce yurdun haritasına bağdaş kurmuş oturan "Efendilerimiz" kırmızı kuşak- larının arasından tabakalarını çıkardılar, sigara kâğı- dına tütün sardılar, verdiler; sarı fitilli çakmakla ateş- lediler. Beraber içtik ve sadece bundan zevk aldık, Bunu masa basında da, tarlada da, köyde de, kentte de, sınırda da gücümüzün yettiği kadar her yerde yaptık. Gocunmadık. Atlantik aşırı bir yerde "Gök tırmala- yan"ların tepesinden veya "Empire State Building'in 102 inci katından nazari olarak yurdu hatırlamak, ga- ripsemek, histerik ahlar çekmek kâfi değildir, O vata- nın dertlerine ortak omak yarasını sarmak lâzımdır. hicran, micran gibi materyel Mısır flmlermde ve Claude Parrere'de bolca mevcuttur. Toplantılarda Türkiyeyi tanıtmağa dan bahsediyorsunuz. Bu zâten, ödevinizdir. çahştıgmız— Yapm AKİS, 23 ŞUBAT 1957 Dr. Esad EĞİLMEZ nız güceniriz. Ama bu adamlar Korede akan bunca Türk kanından sonra da bizi anlamakta zorluk çeki- yorlar ve masa başlarında, ık kafa ile çekilen söylevlerden bizi öğrenmeğe çalışıyorlarsa gayretleriniz boşunadır. Bir de bavulunuzda kitaplarla yurda döneceğiniz- den bahsediyorsunuz. O kitapları modası posta havalesiyle göndermek de mümkündür. ların bavulda değil kafada taşınması makbuldür. ehette Kütüphanesinde bunlardan binlerce cilt var. On- ları okumak ve sindirmek gerektır Yoksa her kitabın ismini aklında tutan, önsözünü okuduktan sonra son sayfasının son satırım işportacılar gibi bağıra bağıra satan, tapon bilgi artıklarını Keşmir şalı gibi yutturan çok kolleksiyoncu tanıyorum. Kitaplarınızdan falan vaz geçtik. Bizim için değerli olan sizsiniz. Deforme olmadan, denatüre olmadan, fermantasyona uğrama- dan, ekşimeden, tahammür etmeden yurda dönün ye- ter. Mahmud Makal'dan ilham aldığım isnadına gelin- ce: Satılar, Sağır emmiler, Mehmetler, Ahmetler, Ha- şanlar, —Hüseyinler, Türkiyede bir degil bin değil. Bunların dertleriyle yalnız Makal'ın ıçının sızladıgım nasıl ıddıa edebilirsiniz? Bu dertler ne sizin; ne benim, ne ındır. Bunlar cemiyetin ana dâvalarıdır. Kal- di ki Mahmud M i i benzeyen tek isim ve tek satır siz “Bizim Köy"ü başkalarından dinlemişsiniz. Sonra İsa, mcilde "Guneşın altında söylenmemiş söz yok" demı Or "Her şey soylenmış, biz çok geç kalmışız dıye sızlanmıyor mu . Anlaşılıyor ki "Dertleriyle yanıp kül olduğunuzu pek içli bir ifa- deyle anlattığınız insanları belki ancak muayenehane— nizde vizite ücretlerini ödedikten sonra görüyor ve on- ları masa başında müdafaa etmek açıkgözlülüğünü de elden bırakmıyorsunuz" buyuruyorsunuz. Siz bizi terk edenlerin fahri müdafaasını hangi cepheden yapıyorsu- nuz? Sonra memleketin dertlerini a çareler aramak için muhakkak o mak mı gerekir? Bir trahom, bir frengi veya sıtma sa- vaş tabibinin muhakkak trahomlu, frengili, artmalı ol- ması mı lâzımdır? Kore İçin destan yazan kimsenin, Koreye gıtmesı silâh elde siperden sipere atlaması, dağdan da, oşması, yaralanması, şehit olması mı beklenir? Napoleon'un savaşlarını ve başarılarım gök- lere çıkaran V. Hugo onun birliklerinde mi savaşmıştı? Atatürk'e destan yazan şair, Milli savaş sıralarında daha doğmamıştı. Açıkgözlülük bahsine gelince, bu her halde daha diplomasının murekkebı kurumadan Ame- rikalara kadar ulaşmak imkânını sağlıyabilenlere ci olsa gerektir. Bize gelmce en tabii haklarımızı bile elde edememiş, sizin bir mazhariyet saydıgmız paye- ler avuç avuç, tas tas dağıtılırken, paları, cen- endüljans satar, ulufe dagıtırken en gerılerde kalmış ve sıramızı beklemiş kimseleriz. Şanlar, şeref- ler, nişanlar dağıtılırken en geride, Sağır Emminin dâ- vasında en önde anladınız mı?.. Tartışmayı burada kesiyorum. Satı Kıza, Sağır Emmiye sizin cami avlusunda kısa pantalonla zıp zıp oynadığınız günlerden beri mukayyed olmakla devam ediyoruz. Çok yorulduksa da biraz daha miyeceğiz. Ama siz kemale erişince; kerten ve belimizi büken bu ağır ödevi sizin sırtınıza yüklemekten zevk duyacağız. Dudaklarınıza güveni- yorsanız uçakla 25 saatlik mesafeden ellerimi uzatıyo- rum; temizdirler, bulaşmadılar, öpebilirsiniz.. 27