SİNEMA Filmler Dişi Yılan Clemente Fracassi "Sensualita" i- simli filminde cinsiyeti âdeta elle tutulur bir hale getirmeğe çalışmış- tı. Ama film ticari maksatlarla çev- rildiği için Fracassi satıhta kalmayı tercih etmiş, cinsiyetin psikolojik te- sirlerini araştırmak gibi derinlere in- meğe kalkışmamıştı. Louis Bunuel "Susana" da bu işi daha büyük bir başarı ile ele almıştır. Orhan Elmas'ın Dişi Yılan'da "Sensualita" yı öÖrnek aldığı anlaşı- lıyor. Çiftlik, baba-oğul yerine bu se- fer iki erkek kardeş, ahırda geçen aşk sahneleri, atlar, dereye düşme- ler, tüfekli ölümler, velhasıl aktarıl- ması mümkün olan bütün sahneler... Yalnız bu arada Alberto Moravia gi- bi bir yazardan mahrum olunduğun- dan, hadiseler Italyan hayatından Türk hayatına iyice adapte edileme- miş. Bir Türk filmi atmosferi elde etmek için göründüğü andan intihar edınceye kadar yüzünün bütün hat- ları aşağıya çekilmiş ağlamaklı bir kıs karakteri eklenmesi kafi görül- Mmüş. Cinsiyet sinemada sık sık ele alı- nan bir konudur. Film bir bütün ha- linde cinsiyete daır olmasa bile için- de sevişme sahneleri bulunur, cinsi- yet teması bu vesileyle gene işlenir. Canlılardaki dinamizmin kaynakla- rından biri olan cinsiyet insan haya- tından nasıl sökülüp atılamazsa, in- san dramının perdedeki aksi olan filmlerden çıkartılması da beklene- mez. Ne var ki, bu konu işlene işle- ne bayağılaşmıştır. Şehvet duygusu- nu herhangi bir noktasından alıp in- halkın bu konuya celemek yerine, rağbetini düşünüp işin kolayına ka- çan rejisörler birbirlerini tekrar ve taklid yoluna gitmişlerdir. Ticari re- jisörler bu konuda ekseriya oyuncu- nun şahsiyetindeki cinsiyete sığınır- lar. "Aşk ve İhtiras - Flame and Flesh" te Lana Turner ile Pier An- geli, "Niagara" da Marilyn Monroe ile Jean Peters bu şekilde kullanıl- mışlardır. Meselâ “"Niagara" — da Marilyn Monroe ile ean — Pe- ters'in yerlerini — bir — değiştirin filmin ©o sathında kalanı da yok oluverecek hiçliği ortaya çıkacaktır. " a gelince Türk ce- miyetinin cinsiyet anlayışı bir tarafa cinsiyetin kendisi unutulmuş. Haya- tında hiçbir erkeği sevmemiş, onlara sadece bir oyuncak gözü ile bakan erkek sarrafı Serap, bir görüşte sev- gilisinin ağabeyi Tarık'a âşık oluve- rir. Şaşmaya lüzum yok. Çünkü Ta- rık Muzaffer Tema'dır. Tabii film artık çığrından çıkar. Cinsiyet diye Tarık ile Serap arasında platonik bir aşk hikâyesi papatya falı açar gibi anlatılır. Ha oldu, ha oluyor derken, Tarık kendisinden uzaklaşan Serap'- ın adresini öğrenir. Bir otel odasının kapısını açar, Serap yatakta bekle- mektedir. Tarık'ın yüzünde yanıp sö- nen ışıklar, radyodaki davetkâr mu- siki, kadar dışı konuşmalar o kadar tesirlidir ki "İnsanlık Suçu - A Place in the Sun" da Montgomery Clift ile Sehelley Winters arasında geçen aşk sahnesini kimse hatırlamaz. Film bir takım lüzumsuz şeyler gösterirken zaman dolar. Saçmalık- ların daha fazla uzamasına mani ol- mak için olacak kahramanlar birer birer olmege başlarlar. Tarık'ın kar- deşi Suat'a aşık olan Gül, iskambil falında ölüm görür. Falı açan anne- si kadere boyun eğmek gerektiğini Ayten Çankaya "Dişi Yılan" da Samanlıkta seyran.. AKİS, I4NİSAN 1956 bildiği için kızının ölüme gitmesine aldırış etmez oturur ağlar. Dişi yı- lan Ayten Çankaya, Muzaffer Tema- yı çıfteyle öldürüverir. Bu cinayete seyirci kalan Adnan Başaran da Ay- teni vurur, civarda kendisine aynı kolaylığı gosterecek kimse kalmadı- ğından karakolun yolunu tutar. Hikâye baştan sonuna kadar yap- macık. Dolayısiyle bütün yük aktör- lerin tipleri ile rejisörün anlatış ka- biliyetine — kalıyor yten Çankaya dalgın ve durgun bir kadın; ancak dişi yılan olduğu hatırına geldıgı Za- manlar yüzüne şeytani bir ifade ta- kınmağa çalışıyor ama çok geçme- den eski haline dönüyordu. Muzaf- fer Tema filmde adam dövme fırsa- tını bol bol eline geçirdiği halde fizik yapısıyla bır cınsıyet duygusu uyan- dırmaktan Bir salon erkeği ve- ya bir şehırlı Adnan Başaran ın ya— pısı bu bakımdan daha m ketlerini kontrol altına alabıldıgı tak— dirde filmciliğimiz bir genç erkek kazanabilir. Gerek Muzaffer Tema, gerek Adnan Başaran'ın oyunları için aynı şey söylenebilir. Hiç lüzumu ol- mayan sahnelerde yüzlerine türlü şe- killer vermeğe gayret ediyorlar; böy- lece beş dakika sonra ifadeli olması istenen bir sahnenin tesiri peşinen harcanmış oluyor Alfred Hitchcock'- un deyimiyle "Yazacak bir şeyi ol- mayan adam kagıda karalamalar yapmamalıdır.' Orhan Elmas'ın mizanseninde bir anlayış yerine mekanik hareketlilik endişesi seziliyor. Çok plan kullan- mış. Diyaloglarda bile baş plân kul- lanmasından konuşmaların bir çoğu kadro dışında kalıyor. Böylece iki ki- şi arasında geçen konuşmanın tesiri şahıslardan yalnız birinin yüzünü, hem de hiçbir şey ifade etmeyen yü- zünü, göstermekle kaybolup gidiyor. Seslı filmin icadıyla diyaloglarda bü- yük baş plânların eski etkilerinin kalmadıgım Orhan Elmas her halde duymuştur Çıraklık devrinde bir rejisör sah- ne degıl anlayış veya üslüp kopya et- meğe çalışmalıdır Gül'ün intiharı "Humoresgue", ölüsünün bulunması "Mask of Dimitrios' başında top- lanmalar da "Pandora" dan mülhem olmuş sahneler.. Hem de aynı plan-. larda.. Elia Kazan'ın bugün kullan- dıklarının hepsi kendi buluşu değil. Sarsıcı kamera ve ses taktikleri Or- son Welles'ten gelmedir. Acaba Or- han Elmas Elia Kazan'ın kopya etti- ği bir Orson Welles sahnesi hatırlar mı? Her sanat kolunda olduğu gibi si- nemada da devrinin diğer sanatçıla- rını tesırı altında bırakanlar olmuş- tur. at bu nihayet bir "tesir al- tında kalma nın hudutlarını geçme- i Büyük rejisörlerin muvaffa- . sahnelerini ayni plânlarla kopya etme derecesine de asla var- mamıştır. O filmden bir sahne, di- ğerinden başka bir sahne kopya et- mekle meydana getirilen bir filme bir "antoloji" de denemiyeceğine gö- re "Dişi Yılan"ın hangi fikirlerin mahsulü olduğunu — anlayamıyanları mazur görmek gerekir. 31