Tatilde çocuklar İmtihan sonu tel çıkarırken onların nasıl kirlen- diklerini kendisine gösterin ve şöyle söyleyin' Eldivenler olmasaydı aynı şe- kılde ellerin kirlenecekti ve sen on- ları yıkamadan yemek yeseydin bü- tün bu pislikler midene gidecekti.." Çocuk çok küçük yaştan itibaden, en mühim dört temizlik noktasını öÖğ- renmeli ve bunları yıkamaya alış- malı: Dişler: Çürük dişlerin çirkinli- gini anlatarak çocuğa küçük bir fir- küçük bir bardak, piyasada bula- bıhrsenız kendisine ait küçük bir diş macunu veriniz.. Küçük havlusunu boynuna takınız ve musluğa yetişe- miyorsa, küçük bir hamam sandalye- sinin üstüne çıkıp, her sabah yalnız başına yıkanmasına müsaade ediniz. 2. Kulaklar: Kendi kendine ku- laklarını yıkamak onu çok eğlendi- 3. Tırnaklar: Ucu yuvarlak kü- çük bir makası olan çocuk, önce ne- zaret altında, tırnaklarını kesmeyi öğrenecektir. 4. Saçlar: Başı yıkanırken sinir- lenmeyen çocuk, yoktur.. En iyisi onu bir gün, berbere götürüp büyük ka- dınların başlarının nasıl yıkandığını göstermektir.. Eve dönünce çocuk, aynen o kadınlar gibi başını arkaya atıp yıkanmak istiyecektir, hele ken- di kendine sabunlanmasına da izin verirseniz bu, çok geçmeden onun i- çin zevk olur. Çocuğa hediye edeceği- niz küçük bir kolonya şişesi, resimli bir fırça ona, vızıklanmadan taran- mak arzusu verebilir. Kız çocukları lâstik bebeklerini yıkıyarak da te- mizlik alışkanlıkları edinebilirler. AKİS, 11 HAZİRAN 1955 Herşeyde program çocuk her sabah sekizde kahvaltı ediyorsa, buna nasıl alışmışsa her sabah, meselâ 7 de de elini yüzünü yıkamaya dişlerini fırçalamaya alış- mış olmalıdır. Meselâ tırnaklarını her perşembe günü kesmelidir, her hafta aynı günler yıkanmalıdır Bu temizlik programı çocuğu temizlik a- lışkanlıklarına sevkeder, çok mü- himdir. Çocuklar bahçede toprakla, su ile oynarken kendiliklerinden elbi- selerini değiştirmelidirler.. Böyle da- ha serbest, daha rahat oynıyabılecek— lerini izah ederseniz, bunu anlarlar. Görünmeyen yerlerını de görünen yerleri kadar temiz tutmaları icab ettigini çünkü insanın başkalarından evvel kendi Trahatı için yıkandıgını soylemelısınız İnsanın yalnız ciğer- lerinden değil, derisinin yardımı ile de nefes aldığını, temiz oldukça deri- nin rahat nefes alabileceğini çocuk- lar bilmelidirler. FEkseri büyükler, çocuklara hiç bir mantıki izahat ver- meden, bir takım mecburiyetlerden, vazifelerden bahsederler. Halbuki ço- cuklar daima müspet elle tutulur se- bepler ararlar. "Vazife" kelimesinin mânası onlar için fazla müphemdir ve onları sıkar. Çok yorulan, çok.işi olan bir an- nenin, devamlı surette psikoloji yap- ması insana imkânsız gibi gelmek- teyse de, bugün en basit mevzudan en derinine kadar muvaffakiyete gö- türen şeyin bu olduğu anlaşılmıştır. Sosyete Anne aşkı galip Henüz sabah olmak üzereydi. İs- viçrede, Gstaad'da, "Alpina" ote- linin 1 numaralı odasında kesik, kesik çalmaya başladı Chris- tiana Pehlevi zaten uzun zamandır, rahat uyku yüzü görmüyordu. Yerin- den sıçradı, elini telefona uzattı, tit- riyerek açtı ve dinledi. Uzaktan gelen bir ses, bir dost ses ona kısaca: — Prenses, diyordu, İran"hükü- meti şimdilik oğlunuzu size bırakı- yor. Şah onu almak kararından vaz geçti..” Genç kadının bütün vücudu tit- riyor, kalbi korkunç bir heyecanla atıyordu: İlk ravundu kazanmıştı. Belki oğlu küçük Ali, bir gün İran şahı olacaktı ama, 18 yaşına kadar annesinin yanında, onun nezaretinde kalabilecekti.. Zaten anne oğul iki- sinin de arzusu bu idi.. Fransız olan ve aynı zamanda Polonyalı kanı taşıyan, çok zengin bir tüccar ailesine mensup bulunan Christiana'm hikâyesi 1945 senesin- de başlamıştı.. İran şahının kardeşi Ali Rıza Pehlevi ile İranlı bir dok- torla evli olan ablasının evinde bir partide tanışmıştı.. Seviştiler ve bir sene sonra Pariste, gizlice evlendiler.. İran şahı kardeşmı çok severdi; fa- kat kendisi gibi kardeşini de daha KADIN ziyade milletinin malı olarak telâkki ediyordu. Milletin malı olan insanlar diğer faniler gibi istedikleri hayatı yaşıyamazlar — gönüllerinin — sevdiği ile evlenemezlerdi. Bu zevkten mah- rumdular. Şah, Parisle Tahran arasın- da mekik dokuyordu, arabulucularla dostların bütün ricasına rağmen kal-" bine taş bastı ve kardeşinin izdivacı- nı tanımadı. İranlı olmayan ve islâ- miyetle hiç bir alâkası bulunmayan bir yabancı kadının İran tahtı ile lişiği olmamalıydı. Şah 1947 senesın— de kardeşini resmen İrana, vazifesi başına davet'etti. Ali Rıza kârısı ve yeni doğan küçük oğlunu Pariste bı- raktı. Gayesi kardeşini ve İran hükü- metini ikna edebilmekti. Bunda mu- vaffak olacağına inanıyordu. Fakat hükümetler hislerle değil, kaidelerle idare ediliyordu. Ali Rıza mağlüp ol- duğunu gördü ve kardeşinin ona bi-. ğışladığı son imkânı kabul etti: ka- rısı ile oğlu İrana gelip, İranda yaşı- yabileceklerdi; fakat prens onlarla beraber oturamıyacaktı. 1952 de u- zun ıstırap ve hasret senelerinden sonra, Christiana ile küçük Ali Tah- randa Doktor eniştenin villâsına yer- leştiler ve tarihin belki en romantik en acaip, en insafsız aşk hikâyesi böylece yaşandı. Prens Ali Hıza, kar- deşinin sarayının yanında, yalnız te- sına muazzam bir sarayda oturuyor- du ve karısı ile seyrek olarak, hiz- metçilerin' yardımı sayesinde gizlice geceleri buluşuyordu. Bir çokları bu- tuhaf vaziyetin onların aşkını öldü- receğini Ümit ediyordu; fakat tama- miyle aksi oldu: maniler gençlerin aşkını büsbütün alevlendirdi. Prens Ali Rıza henüz bütün ümitlerini kay- betmemişti. Oğlu Ali hanedana men- suptu, bunu kimse inkâr edemezdi.. Prens Ali ve annesi Tahta kim aldırır?