re m am ai il Velevki pek az bir zaman için. olsun, böyle yüksek adam olmak imkânı köylüye fevkalâ- de cazip göründü. Gayri ihti- yari dudu, — Ha, Tüccar olmak hiç- te fena değil... Evet, öyleya, neden tüccar olmıyayım?.. Fa- kat le olmak ta ondan aşağı kalmaz ha... Hakimde olabilir işine, dedin? İursun ya. imi, kâfi, kim bilir gene bana ne oyun oynıyacaksın ... Yoksa menfaatın olmazsa, benim gibi zavallı bir köylüyü hiç sevindirirmisin? Sen beni doğ- rudan doğruya cehenneme yol- lamak isteyorsun, başka şey değil... — Hiç şüphen olmasın! Rüzgâr e-iyor, bora gittik çe şiddetleniyordu. Ortalık büsbütün kararmıştı, Spirka soğuktan tirtir titriyordn. J1 yıklariyle sakalından buz par- çaları sarkıyordu; öyle kı ko- nuşmak için artık müşkilât gekiiekdu. Hay köpekler yoldaşın o'sun! Peki, getir şu arabayı, tüccar olarak gideceğ mi... Şeytan üç dafa taklak attı. Kamçısı ile eldivenleri kuşa- ğında, .gocuğu koyun derisin- den bir arabacı kıyafetine gir- di. Kar sisi içinden de çıngırak sesleri işitilmeğe başladı. Ara- acı; — Duvwwv sist! Diye bağır- dı. “Hakikatende O Spi'kanın bürnunun dibinde bir araba peyda olmuştu. Arabacı: — Buyurun Tacir Beyelen- dıl Dedi. Spirka üstünü başını yokla di. Birde ne görsün: Üzerinde miskedisinden mükemmel bir kürk, ayağında çark yerne bir çift lâstikli keçe çizme,.. — Vay ağzına!.. Diyerek arabaya atladı. üccar, arabada miskedi- sinden kürkünün köllarına gö mülü, ayakları ayı postu ile örtülü, arkasında (O yumuşak yastıklar, başında kduzun de- risinden şapka, gidiyor ve hep arabacıya: — Sür, daha hızlı, daha sür, koştur!.. D yordu. Veygrler, bu kar fırtınasın- da koştukça koşuyor; araba, yanlara yalpa vurarak âdeta uçuyor; e böyle uçtukça Spirka- nın ağzı kulaklarına varıyordu. Spirka kendi kendine: — Ama da yaman atlarmış- ha! Galiba hep besde kal- mışlar,.,, Oh, ne âlâ! Bari bir tütün içeyim. Elini cebine soktu, baktı ki bir gümüş sigara kutusu. Bir tane cigara alıp tellendrdi, Gittikçe çinde br gurur doğu- yordu: Tacir Spirriden Timofe yeviç Trofimof hakikaten ben- miyim? HWenmiym hakikaten? Oh, hayat ne güzel. Ömrü- mün sonuna kadar böyle çan- lı çıngıraklı, çift beygirli ara- bada gitsem gene doymam! d yor, arasıra bağırarak araba- cıyı azarlıyordu. Çokmu yol almışlardı, azmı, farkında de- gildi; yalnız yolculuğun verd - ği rehavetli, tatlı bir dalıştan sonra arabanın durduğunun, çanların yavaş yavaş çınğırda- dının farkına vardı: İlerde, binlerce ışıklar gözüküyor, or- man uğultusuna benzer sesler işitiliyordu: Şehr!.. — Niçn durdun? - Çıngırakları çıkarmak lâ- am. Şehirde çıngırak yasaktır. — “en ne biçim şeytansın ki memurlardan korkuyorsun ? — Ke dim için değil, se- uin o Çin endişe ediyorum; yoksa ben, cabında bir karga HAYAT, 26. şekl ne girecek uçar, yakayı kurtarırım; fakat seni yakalar- lar... Maamafıh, eğer korkmı yorsan böyle gidelim. ok, birader, ne olur ne olmaz, sen gene bildiğin gibi yapl... — Peki çıkarayım!.. Yalnız nereye gdeceğiz? Otelemi, eve mi, lokantaya mı? “© — Han, yahut başka bir yere; neres olursa olsun... Fa- kat bliyorsun kı benm cebim- de metelik yok. — Hiç merak etme; cüzda- danında tam bin “ruble, va'. Köylü ceplerne yokladı, baktık cebndı hakikaten de bir cüzdan var. Çıkardı, açtı, ağzına kadar yüzlük kaimeler- le dolu i — Sahiden para varmıs yahul.. — Elbette, hiç parasız tüc car olur mu? Araba bir lokantanın önün- de durdu. Tüccar efe diyi is- tikbal için ik: genç uşak binek merdivene koştu. Tüccar ara- bada ind'. Uşaklar kollar gi- rerek imerdivenlerden çıkardılar. Evvelâ kend. odalarına götür- düler. Arkalarından Ae üç bavulla içeri gir — Buyurunuz, tüccar efei- di, buyuru suz! Sonra hususi bir oda açtı- lar. Halılarla, aynalarla, resim- lerle süslenmiş, yumuşak kol- tu'lar kanapelerle döşenmiş, içer si de yaz güneşi ile aydın- lanmış gıbi ferah... Uşaxla- gittiler, fakat arabacı koridor da bekliyordu. — Efendimiz bahşiş lütlet- meler mi? — Hayhay ... Tüccar cüzdanını karıştırdı. Arabaciya br kırmızı onluk kaime uzattı ve kollarını sal lıyarak; Od ea Mm b ft ş b a öli