RAD Y O Azrail Radyoevinde Ankara Radyosunda çalışanlar 4 O- cak Cuma sabahı yıldırımla vu- rulmuşa döndüler. Koridorda, salon- da, odalarda birbirlerine Hoca, Muzaffer Sa- rsözendi. Halk müziğini bir define gibi karanlıktan gün ışığına çıkaran adam ölmüştü. - Yıllarca önce Sarısözen, Radyoda bir halk müziği yayını teklif ettiği zaman, o günkü idareciler tu teklife Sarısözenin öğrencileri ölüm ha- beri duyulur duyulmaz çil yavrusu gibi dört bir yana dağıldılar. Kimi fotoğrafını çoğaltıyor, okimi hayat hikâyesini araştırıyor, kimi gazetele- re Radyonun hazırladığı özel bülteni dağıtıyordu. O akşam Yurttan Ses- lerin programı vardı. Ama his kim- se canlı yayma cesaret edemiyordu. Mikrofon başında kendilerini tutama- ıp ağlayacakları muhakkaktı. Kol- larını soylu bir alçakgönüllülükle da- ima önünde kavuşturup, başını hafif itina yana bükerek, ağır, tane tane, le seçilmiş kelimelerle konuşan Sa- rısözen, kendisi gibi narin mikrofo- nun önüne geçip, yayını yönetemiye- cekti. Refik Ahmet Sevengil, Radyoda Sarısözen için kısa konuşmasını ya- parken telefonlardan biri çaldı. Bo- guk bir ses: Ben, Tah: diyim Kendisini maalesef biraz ön- ce kaybettik" dedi. Telefon mi yordu o gün Azrail kolgezi- Bazı adlar zamanla kavramlaşır. Temren adı da, yıllardır Ur ad ol- maktan çıkmış, kavramlaşmıştı. Gö- revinin mahiyetini pek çok dinleyici bilmiyordu. Onun, sabahları tatlı tatlı yemek tarif eden "Ömer Usta" olduğunu bilen de pek azdı. Birkaç ay önce, genç yöneticilerden birine: »*— Birgün gelecek, 'haydi baka- lum, senin işin tamam” diyeceksiniz. Para mara istemem, yeter ki Radyo- ya gelmeme engel olmayın, bir köşe- de oturur, size bakarım" demişti." Halbuki Temren, öyle, bir köşede oturup bakmakla mutlu olacak insan- lardan değildi. İşini çocuğu, iş yeri- ni evi gibi seviyordu. Efekt masası eski püsküydü, bozuktu. Sanki ona Tahsin Temrenin elleri can veriyor- du. Plâkları bozuktu. Eski püsküydü. sin Temrenin kar- Sırf, Tahsin sevinsin diye ses veri- yorlardı âdeta. Azrallin bir günde Radyodan sö- küp aldığı bu iki değer, bin türlü güç- lüğün, yokluğun, yoksulluğun kaza- nında kaynayıp pişmiş, imkânsızlığın elleriyle yoğrulmuşlardı. Herkesi yıl- dıran şartlar, onlara tabii geliyordu. Radyo da, zeytin ağaçlan gibi ancak usun yıllardan sonra meyva veriyor- du. Radyo iki insan değil, iki "tecrü- be" kaybetmişti. Ham do tecrübeye en çok muhtaç olunduğu bir zaman- da... Ve değirmen döner O akşamki oyayında, o Sarısözenin hastalığı dolayısıyla aylardır Yurt tan Sesleri yöneten Osman Özdenk- çi, adını anons ettirmedi. Tahsin Tem- renin hastalanması üzerine efektör- lük yapması istenen Ertuğrul İmer, bir türlü kumanda odasına giremedi. Ama çare yoktu, yayın yapılacak, programlar hazırlanacaktı. "Ev Ka- dınının- Not Defteri" programını ha* zırlayan Elife Güran hem ağlıyor, kem "Ömer Ustayı artık kimin ses- lendireceğini düşünüyordu. Kerim Af şar ilk Radyo oyununun efektsiz ya- yınlanmasını teklif etti. Oyun, "E- fekt: yok" diye bitecekti. İki nâmevcutlu Radyo, dinleyici* lerini, içi kan ağlasa da, yine eğlen- dirmeğe, ogüldürmeğe mecburdu. Stüdyoda saat yayın zamanını gös- terince herkesin herşeyi unutması, ilk kuraldı. e Radyoculuk, ne hatayı af- fediyor, ne acıya anlayış gösteriyor- du. Ankara Radyosunun iki kaybı: Temren ve Sarısözen AKİS/30 Kendi gitti, bandı kaldı yadigar.