binalar yıkanıyor ve bembeyaz olu- yor. Binaları yıkamak! Buna, başa fesleğen takmak denilse yeridir. Ya- ut, "Demek sıra, leğen örtüsüne geldi" demek.. Ama doğrudur. Sıra, '*efen örtüsüne gelmiş. Londraya ge- lince, iki sene sonra eski Londra aşi- nalarının yeni Londrayı tanımama- larına hiç şaşmamak gerekecek. Av- rupada otomobile gelince, galiba ar- tık istatistiklerde otomobilsiz aileleri hesap etmek otomobil sahibi aileleri hesaplamaktan daha az külfetli sayı- lacak. Bu gelişme evvelâ bir temel se- bebe dayanıyor. Batı Avrupa, İkinci Dünya Harbini takip eden bir kısa bocalama devrinden sonra (yolunu seçmiş. Yol batılı hayat tarzıdır. Ült- ra ilericilik kisvesi altında bu bölge- yi sultası altına almak isteyen ko- münizm, otoriter rejim hevesi sürat- le bertaraf edilmiş. Milletler, zama- nın şartlarına uygun demokratik sis- temde karar kılmışlar. İlk günlerin buhranlarına, grevlere, sefaletin ve açlığın doğurduğu burukluğa cesaret- le karşı koymuşlar. Her yerde başa- rılı ve realist devlet adamları, fırtı- nayı sükünetle atlatmayı (o bilmişler.. Zira. bir inanç yüreklere daima hakim olmuş: Demokrasi, belki güç ve geç işleyen bir mekanizmadır. Ama, bir kere işlemeye koyuldu mu meyvala- rını aritmetik değil geometrik artışla vermeye başlar. Öteki sistemin. . kü- çük hesap meraklılarının nazarında göz kamaştırıcı gibi gelen terakkileri aslında bir kocaman hayal sukutuy- la neticelenir. İnanç, şimdi doğrulanmış bulu- nuyor. Bir yandan asayiş ve otorite, demokrasinin hudutları dışına çıkıl- maksızın sağlanırken diğer taraftan plânlı, proğramlı kalkınmaya geçil- miş ve orta yolda süratle ilerlenerek parlak başarılar kaydedilmiştir. Böy- lece görülmüştür ki Demokrasi tez- dir. Onun karşısındaki fikirler, oan- titezdir. Tezin, işlememesi, antitezi kuvvetlendirmektedir. Fakat tez kuv- vet kazandı mı, menfi taraftan gelen telkinler, propaganda bütün kudre- tini kaybetmektedir. Batı Avrupa kı- sa sabrının uzun vadedeki omeyvala- bugün iştiha ile yiyor. Bu kalkınma, katı doktrinlerin dar ceketinden uzak halde gerçekleşmiş- tir. "İngiltere sosyalizmle mi kalkın- mıştır, kapitalizmle mi" diye bir sual sorulsa ingilizler kahkahayla gülerler. İdare tarzlarının üzerine illâ bir eti- ket yapıştırmak hevesi, sâdece salon entellektüellerinin inhisarında (o kal- mış. Sosyalist Bakanlar en geniş li- beralizmden, en koyu o kapitalistler sosyalizmin prensiplerinden hiç ürk- memişler. Devrin ve şartların icabı neyse onu yapmışlar. Bir osahada AKİS, 16 TEMMUZ 1962 fazla mı vergi lâzım? oÇekinmeden vergileri arttırmışlar. Bir başka sa- hada vergi muafiyeti ve özel sektöre geniş kâr imkânları sağlama zarure- ti mi var? Hemen o yola gitmişler. Böylece, devlet sektörü ve özel Jteşeb- büs elele, birbirinden çekinmeden ve ürkmeden, o birbirini okıskanmadan memleket hizmetine girmişler. Zengi- nin parasını alıp fakire dağıtacak yer- de mevcut bütün imkânları ve gücü seferber etmek suretiyle bir umumi kalkınma temin edilmiş.- Tuzu kurutmanın birinci şartı, yo- lu seçmek ve artık o istikamette pa- çaları sıvamak. Yürürken de, paça- dan çekenlere hiç aldırmayıp onları neticelerle mat etmek. İnsan faktörü Ama Türkiyeden batıya doğru gi- dildikçe bir başka husus daha dik- kati çekiyor. Politika; milleti teşkil eden milyonların gündelik hayatının bir parçası olmaktan çıkıyor ve git- tikçe, adına politikacı denilen bir pro- fesyonel sınıfın iş sahası haline oge- liyor. Türkiyede nüfusun yüzde elli- sini politika meşgul ediyorsa bu nis- bet Yunanistanda yüzde yirmibeş, İ- talyada yüzde onbeş, Fransada yüz- de on, İngilterede yüzde beş, İsviç- rede yüzde bir. Alâka da, büyük nis- bette plâtonik. Yani. halk siyaset â- leminde ne olup bittiğinden şöylesine haberli! O kadar. Yoksa, memurun- dan çiftçisine askerinden talebesine, iş adamından rençberine herkesin her dakika politika yaptığı yer Türkiye- nin batısında yok. Hükümet krizleri patlak veriyor, seçimler (o yapılıyor, Meclislerde kavgalar, hatta döğüşler Chamberlain Bayat o sözler DIŞ ALEM oluyor, gazeteler velveleli başlıklar a- tıyorlar, bir belirli çevre kaynıyor, a- bu, daha geniş tabakalara inti- kal etmiyor. Onlar, çalışıyorlar. Başka türlü çalışıyorlar. Bir de- fa, çalışma ateşi ile yandıkları yok. Mümkün olduğu kadar az ça- lışıp mümkün olduğu kadar çok ka- zanmak istiyorlar. Sendikalar, bunu- temin etme çabasında. Herkes dahi rahat hayat şartları istiyor. Bir ay yerine iki ay tatil yapılabilse, dahi mesut olacaklar. Ancak, kimin ne işi varsa, o işi iş saati dahilinde cid- diyetle, bir dakikasını boş geçirme- den, arı gibi didinerek, tam randıman vererek yapıyor. Diyelim ki, sabah sekizden öğle onikiye kadar bir adam bir yerde çalışacak. İster tezgâhta olsun, ister barmen, ister garson, is- ter ustabaşı. Sekize bir kala, ya da onikiyi bir geçe bu adamı çalıştırmak hiç kimsenin harcı değil. Bazen içi- nizden küfretmek geliyor: "Yahu, o- rada boş duruyorsun. Uzanıp ta şu nu yapsan veya bana cevap versen elin, dilin mi aşınır?" Hayır! Ca- nını zerrece üzmüyor. Fakat sekiz i- le oniki arasında onu işinden bir da kika uzaklaştırmak, "dalga geçirt- mek" imkânı yoktur. Oniki oldu mu şapkasını giyip çıkıyor. o Kahvesine gidiyor, avına gidiyor, tenisine gidi- yor, okuyor... Çalışan her adam, bir makine. İnanılmaz kalkınmanın bü- yük sırrı bu. Sonra, bir ailede herkes çalışıyor Tek adamın çalışıp geçindirdiği aile mefhumu çoktan ortadan kaybolmuş Eve para, çeşitli kollardan geliyor e aileler yüksek hayat standartları ı öyle sağlıyorlar. Tasarruf zihniyeti, refahın bir başka sebebi. Belki pek İtalyada değil ama Fransada, İngil- terede, İsviçrede -hele İsviçrede- bir ev kadını en iyi malı en ucuza almak için dolaşmadık yer bırakmıyor. Eline filesini aldı mı, çarşı, pazar dolaşı- yor. Erkekleri de öyle.. Bu, cimrilik değil. Zira, böyle biriken parayı, i- cabında zevk için, rahatça harcıyor- lar. Mesele, randıman meselesi. Ka- zançlar dahi en verimli şekilde har- canıyor. Nihayet, toplumun kuruluş şekli değişik. Telakkiler farklı ve açıkgöz- lük mubah değil. e iyi bilen bir ingiliz, gülerek şöyle i — Sizin memlekette açıkgöz de- bizim memlekette toplumdaki diğiniz kimseler, hapishanededir.." Sonra alaylı bir şekilde içini çek- ti: — Ne yazık ki, bizde de gözler gittikçe çoğalıyor.. Derdi, gözünde hiç büyültmeden teşhis ettin mi onu asgari hadde tut- mak mutlaka kabil oluyor. açık-