Opera Maskaralıklar zinciri Frakı içinde büsbütün ufalmış olan zeki bakışlı küçük adam sahnenin önüne geldi, işaret parmağını dudak- larına dokundurarak, alkışlıyan din- leyicileri susturdu ve: "— Bana bu eseri Cüneyt Gökçer ısmarladı. Dolayısiyle, bizi en iyi şe- kilde canlandıran bu eseri memleke- timize ve dünyaya o kazandırmıştır. Hep beraber Cüneyt Gökçeri alkışlı- yalım" dedi. Büyük aktör, alkışlar arasında, mahcup bir eda ile sahneye çıktı ve frakı içinde büsbütün ufalmış olan zeki gözlü küçük adamı yanakla- rından öptü. Zeki gözlü küçük adam, sahnede her önüne gelenle öpüşme- ye devam ediyordu. Birdenbire tek- rar seyircilere döndü ve: "— Herhalde eserin metnini yaz- mış plan eşimi de alkışlamak ister- siniz? diyerek, pembe tuvalet giymiş bir bayanı sahneye davet etti. Dinleyiciler (oObir yandan gülüyor, bir yandan alkışlamaya devam edi- yorlardı. Eşeklerden, dansçılardan, şarkıcılardan, rejisörden sonra sıra Şimdi de librettonun yazacına gel- mişti. Zeki gözlü küçük adam eğil- di ve pembe tuvaletli hanımın elini öptü. Hemen arkasından pembe tu- valetli hanım da zeki gözlü küçük a- damın elini öptü. Salonda alkışlar ve kahkahalar aynı şiddetle devam edi- yordu. Devlet Operasında o gece Sabahat- tin Kalenderin "Nasrettin Hoca" ad- lı eseri sahneye konmuştu. Perde kapandığı vakit, sahnedeki bütün taşkınlıklara, öpüşmelere ve nutuk- lara rağmen "Devlet Operasının Ü- cüncü Çocuğu"nun ölü doğduğu söy- lenebilir. o Sabahattin Kalender, Ti- yatro Dergisine yazdığı bir fıkrada, operasında "müzik ve tiyatroya eşit haklar" tanıdığını, "sahnede kıpır- damadan, aynı sözler için, taham- mül yitiren aryalardan seyirciyi kur- tarmağa" uğraştığını bilhassa (o be- lirttmektedir. Ama zaten patolojik bir sanat dalı olan operada Gluek'- dan beri sık sık tekrarlanan ve ar- tık adamakıllı bayatlamış olan bu hikmetlerin doğru yolu gösterdiği a- caba iddia edilebilir mi? Operada müzikle tiyatro arasında denge kur- maya çalışmış olan bestecilerin hep- si kendini aldatmaktan Öteye gide- 28 memiştir. İster sahnede kıpırdama- dan aynı sözler için tahammül yiti- ren aryalarla kurulmuş olsun, ister olmasın, opera bir müzik formudur ve hiçbir zaman tiyatro tarihinin çerçevesi içine girmez. Zaten sahne- de kıpırdamadan ayni sözlerin osöy- lenmesinin tahammül yitirdiğini, söylenmemesine ise zevkle tahammül edileceğini iddia etmek akıllıca de- ğildir. Bu çeşit sanat eserlerinde ö- nemli olan şey, binanın kuruluşun- dan ziyade bestecinin dehası, zekâsı ve zevkidir. Kimisi öyle kurar güzel olur, kimisi böyle kurar rezil olur. Made in Hollywood Operanın metnini, Nasreddin Hoca fıkralarım peşpeşe dizerek, bayan Gülümser Kalender yazmıştır. o Ese- rin belirli ter konusu yoktur. Beste- ci, teganni partilerini çoğu zaman konuşma tonunda yürütmüş ve bu reçitatif hattının altını oOTürk halk müziği armonizasyonlarını andıran ucuz bir müzikle doldurmuştur. "Sa- natın, folklora yöneldiği obu arada, müziğimizin ve türkçemizin ne gü- zel bir opera dili olabileceğini gös- termeye çalıştım" diyen besteci, as- lında eserini kaleme almadan önce sıhhatli bir folklor incelemesi oyap- mış gibi de görünmemektedir. Nite- kim, ikinci perdenin başındaki raks sahnesinin Bağdat Hırsızı, Sindbad gibi oryantal Amerikan filmlerindeki dans sahnelerinden hiçbir farkı yok- tur. Kaldı ki, sanatın şu sıralarda folklora yöneldiğini bu kadar büyük bir rahatlıkla iddia etmek de pek ko- lay olmasa gerektir. Konusuz ve hareketsiz bir sahne eserinin altını değersiz ve etkisiz bir müzikle doldurun: İşte size Nasred- din Hoca! Sabahattin Kalenderin müziği, espri ve zekâ yönünden Ho- canın fıkralarım obesliyememektedir. Müzik ve sahne olarak, o fıkraların sürprizli sonu hiçbir zaman ustaca hazırlanmamıştır. Orkestraya, o eşek ve tavuk taklidi yaptırmakla, sahne- ye eşekler, filler çıkarmakla ve çar- pışma, düşme, eleklere dolaşma gibi Lorel Hardi numaralarıyla seyircile- ri güldürmek marifet değildir. Her- halde Nasreddin Hoca operası bu ha- liyle ciddiye alınacak bir eser olmak tan uzaktır. Olsa olsa, çocukları eğ- lendirebilir. Nasreddin Hoca opera- sının "müziğimizin ve o türkçemizin ne güzel bir opera dili olabileceğini" gösterdiğini iddia etmek ise bütün Nasreddin Hoca fıkralarından daha güldürücüdür. Sabahattin Kalender Pek kalender Konserler Emil Kamilarof Kabarık cı, Paganini'nin la minör kaprisini çalarken takıldı, durdu, yeniden baş- ladı, tekrar takıldı, bir daha aldı, yine takıldı ve can havliyle eserin Dinleyicileri ter bas- Halbuki E- öz geçmişine (ogöre Bulgaristanın en seçkin kemancıla- rından biridir. Daha geçen yıl İtal- tek mükâ- saçlı ve gözlüklü (Keman- sonunu getirdi. mıştı, sıkıntı basmıştı. mil Kamilarof, yadaki Paganini yarışmasında başına finale kalmış, birinci fatı almıştır. Konser, geride bıraktığımız hafta, Türk Kanser Radyobiyolojisi (o Cemi- yeti yararına Cumhurbaşkanlığı Sen- foni Orkestrası salonunda verildi. E- mil Kamilarof un olağanüstü bir sağ elle Genç sanatçı, An- kara resitalinin programını tespit e- el tekniği var ama, sadece sağ müzik yapılamaz. derken değersiz gösteriş parçalarını ön plânda tutmuştu. Dinleyicilerden ilk kötü notu bu sebepten aldı. Bü- tün konser süresince son derece bo- zuk bir entonasyon, nefessiz ve duy- gusuz çalış, parlak nin etkisini yok etti. yay gösterileri- Emil Kamilarof bir müzisyen de- gil, sadece kemancıdır. Teknik gös- teriler ise, dinleyicileri sıktı ve kim- seyi peşinden sürükliyemedi. AKİS, 21 MAYIS 1962