CEMİYET A nkaradaki kordiplomatik içinde bir haber gerçekten unluk uyandırdı. Amerika Büyük Elçiliği- nin hâdiseleri değerlendirmede ve i- görüşte meharet sahibi oldu- ğunu ispat etmiş bulunan siyasi müs- teşarı Robert Gaylord Barnes terfi ettirildi ve Büyük Elçilik nezdindeki elçilik payesine yükseltildi. Mr. nes, 27 Mayıstan önce, Türkiyede bir ihtilalin olacağını sezmiş tek Ameri- kan misyonu üyesidir. Şimdi, misyo- nun | numarasını da Türkiyenin me- selelerini iyi bilen ve onları sempa- tiyle (o karşılayan Büyük Elçi Hare işgal ettiğine göre Ankaradaki A- merika ekibi mükemmel hale gel- miştir Bitirdiğimiz haftanın sonlarında bir akşam Barnes'ların Kavaklıdere- deki evinde verilen bir kokteyle gi- denler orada son derece sevimli o bir sakallıyla karşılaştılar. Ev sahibi bu zatı, misafirlrine halefi Robert Ros- sow Jr. olarak tanıştırdı. İkinci Ro- bert'in de zeki gözlere sahip olması sinde anlayacağı ümidini hemen ver- di. Ev sahibesi oLajarij'in ayaklarına kara su inmişti. Kocasının yanın- da saatlerce ayakta durmuş, el sık- mıştı. Acaba Kraliçe (Elizabeth ne yapar? Hani o daha sık ve daha çok el sıkar da.. İncecik, sarışın bir kadındır ma- dam Lajarij. Fransız Kültür Heyeti Başkanının karısı olmaktadır. Aslen Polonyalıdır. Üstündeki örümcek a- ğından örülmüşçesine ince, siyah dan- tel elbise, kendisini büsbütün incelt- mişti. Marina Vlady gelmişti. Bir filmin gala gecesiydi.. Ankara sosye- tesi, kokteylde. İşte bunun için top- lanmıştı. deyip geçmemeli... Bazı mil- “sıkı"dırlar büfe hazırlar- , bu sefer, öyle değildi. Hakiki şampanyasından -yalancısı da var- küçük küçük karideslere kadar herşey akıyordu o herşey!... isafirler arasında, miadım dol- durmuş sefirler, o köşeden bu köşeye el öpüyorlardı. Ecnebilerce bizde "ay- dın" sayılan bir sınıf var. Onlar da ellerinde viski bardakları, hallerin- den memnun, entelektüel entelektüel, yalnız yüksek konulardan dem v birbirlerini ce güzelleştirdiği, incelttiği, parlaklaştırdığı Leylâ Çelikbaş kesin e çekiyordu, “artistten on kat güzel" diye.. O da öyleydi, sır- tındaki vizon etolü de.. İncecikleşmiş, AKİS, 12 ŞUBAT o 1962 ları onu o Paristen Robert G. Barnes Akıllı bir adam Parislileşmiş bir OPerihan Fenmen canlı canlı konuşurken, eşi Şefik Fen- men eski arkadaşlarını kalabalığı yarıyordu.. Eski lerdi. Ellerinde olsa, rakırlardı. Pek âlâ lisan da biliyordu, muamele de.. Tabii, istediği zaman. A- vundukun gelini -hep öyle (anılıyor galiba. Halbuki ismi Lüsyen-, larına salıverilmiş açık sarı dolaşıyordu. Marina O Vlâdy'yle poz resimler çektirdi. Bir köşede, Fa- lih Rıfkının oğlu bir yabancıya "sa- bahki tören"de -sabahki tören ney- se?- Hilmi İncesulunun söylediği söz- lerden cezbe halinde bahsediyordu. i ne söyledi de böyle se- ni yayından oynattı?" diyenlere de, “siz anlıyamazsınız" dercesine ciddi ciddi: — Peki, — Çok, çok güzel söyledi! Basit söyledi, amma güzel söyledi" diye tekrarlıyordu. Neymiş bu basit ve güzel sözler? Dinliyenlerden başka kimse öğrene- medi! Yalnız, davet çok sıcaktı bu se- fer. Kabul bakımından sıcak. Böyle olması için, ev sahibiyle, incecik ma- dam Lajarij ellerinden gelem esirge- mediler. Hatta ev sahibesi uzun bir hastalıktan zorla kendini sıyırmıştı, ayakta durabileyim diye!.. Davet her- kesin o kadar hoşuna gitti ki, kimse terketmek istemiyordu. Galaya yeti- şecek olan ev sahipleri, hem memnun, hem de, "bunlar gitmezse ne yapa- cağız?" der gibi birbirlerine gülümsi- yerek obakışıyorlardı!... Senatör Mehmet Ünaldı: "— Olmaz öyle şey!" 1957 dedi. seçiminin milletvekillerinin e sonuna kadar ödenek- lerini alma keyfiyetini C.H.P. Meclis Grupunun reddetmiş olduğunu gaze- tecilerden öğreniyordu. Tekrarladı: "— Olmaz öyle şey!" Sonra, gerçeği Turgut Göle -eski dostudur den öğrenmek için koştu. Turgut Göle kendisine ne kendisi bilir. Fakat dönüşünde, Meh- med Ünaldı yüksek yorumlara sap- mak ihtiyacım duydu, gazetecilerin indinde. Gazeteciler: "— Bu teklifi Mehmed Ünaldı yaptı. O yaptıysa, altında bir kötülük vardır" diye reddettiler... e Mehmed Ünaldının hareke- tinde, teklifinde, sözünde kötülük a- ransın? Niye kendisi bu kadar, bu kadar emin, aranacağından? Hayret doğrusu!.. O gün formundaydı Mehmed Ü- naldı, boyuna hikmetler savuruyor- du, idare heyeti seçimi olmuştu ve kendi hizibi kaybetmişti. Karşı hizip- lerden biri kazanmıştı.. Sağcıların hizibi.. -Biliyorsunuz, halk, nedense . P. yi dört hizibe bölüyor. Yanlış, doğru, bilinmez- 1) Sağcılar 2) Din- ciler, 3) Nurcular, 4) Şeriatçılar.... Ünaldı, kaybın verdiği oatlanma içinde A.P. li yeni milletvekillerinden bahsediyordu: Bunlar milletvekili değil, O- cak İGMTEEİNE delege. nun bunun evine gidiyorlar. Boyuna tavlanıyor- lar. Bunlar mebusluğu öğrenemedi- Yakında öğrenirler inşallah sayın Mehmed Ünaldı! Öğrenirler inşallah, önlerinde böyle örnekler, böyle hoca- lar varken, öğrenirler inşallah!... Kayseri zeteci Savcıyı Cezaevinin kapısına bir ga- geliyor. Savcı içerdedir. görmek istiyor. Gardiyan: — Olmaz, bana söyle söyliyece- ben sö liyeyim" diyor. azeteci ısrar ediyor. Gardiyan. ! ğini, duvar "— Bana söyle, ben söyliyeceğim" diyor da başka birşey demiyor Hakikaten, kendine göre. işine gelen tarzda söylüyor.. kendi Gardiyanların vazifesi diyanlıktır. Gazeteci ve savcılar ara- sında elçilik değil. Sonra, Kayse gardiyanları hakkında söylenecek çok şey var. Söylemek, görenin va- zifesi.. Askerler, son erine kadar ne kadar anlayışlı, ne kadar nâzik, hat- tâne kadartahammülü -insan, onla- yorlarsa, gardiyanlar da bunun o ka- dar tersi Bilhassa gazetecilere kar- sı, bilhassa! sadece gar- 27