YURTTA OLUP BİTENLER. Mükerrem Sarol Bakalım nikbet yaradı mı? etmektedir. Ancak böyle bir tâyin , D. P. Meclis Grubunu sevinçten çılgına pek çevırtmıyecektır Bilhassa tanınmış iİş adamının — "kuyruklar" hakkındaki son meşhur sozlerı artık realist olunmasını isteyen Grup ü- zerinde nıüsbet tesir yapmış değil- Şimdi görülen, D. P. içinde bir "şahıslar mücadelesi"nin yüksek ta- bakada başlamış olduğudur. En ya- kın görünen meslekdaşlar dahi, ta- bir caizse 'birbirlerini inceden inceye hırpalamak gayreti içindedirler. Bu- Grubun tazyiki karşısında bazı de- ğişikliklerin mutlaka yapılacağı ha- kikatinin neticesidir. Ancak, şikâ- yet mevzuu olan şahısların yerlerin— de bırakılıp haklı veya haksız adı mutedile çıkmış kimselerin — kabine dışı edilerek onların boşluğunun müf- ritin müfriti mılletvekıllerıyle dol- durulması ne umumi e ğ Gru- bu tatmin edecektir. Menderesin de- ğişikliğe karar verirse, son — derece cesur davranması ve nabız yoklama- sı gerekecektir. Aksi halde, arzula- nan neticenin tam aksi bir neticeyle karşılaşılması işten bile — değildir. Şimdi herkes değişenin kendisi ol- mamasına çalışmaktadır. Fakat ya- kın bir istikbalde, meseleyi örten bu- lutlar kısmen da ılmış — olacaktır. Beklenen Cumhurbaşkanının dönüşü- ür. Uyusun da, büyüsün Bu —haftanın sonlarına kadar bas- kentte pek çok kimse -bunların başında İsmet İnönü vardı- meşhur 8 zalp hadısesıyle alâkalı meselenin, [Dıle raporu"nun (Meclise gelmesını bekledi. C. liler bir sürprizle karşılaşmamak için adeta hazırlıklı dolaşıyorlardı. İnönü, Barutçu. Feyzi- Van milletvekillerinden bazı- söz alacaklar ve İktidarı deh- şetlı bir yaylım ateşıne tutacaklardı. oğrusu istenilirse ile raporu' böyle bir fırsatı ellerıyle yaratmıştı. Bir rapor an T ademi tas- vip gorebıhrdı Tasvıp etmeyenlerın başında Andan Menderes vardı ve pek çok Demokrat mokratların tamamı- bu noktaina- zarda Genel Başkana katılıyorlar- dı. Meselenin Meclise getirilmesinin ağırdan alınmasının sebebi — buydu. Gerçi bazı fazla şüpheli C. H. P li- ler bu ağırlığı bir Damokles kılıcının -hele halis De- asılı bırakılması arzusuna — veriyor- lardı. Ama Özalp hâdisesi artık, bu haftanın — ortasında Kadri Karaosmanoğlunun ifadesiyle bir tah- ta kılıçtan başka şey değildi ve böy- le bir korkuluğu ortada dolaştırma- nın hiç bir faydası -Zzararı caba- kal- mamaştı. Ağırdan almanın hakiki se- bebi, "Dilek raporu"ndan nasıl kur- tulunabileceği hususunda D. P. lileri gelenlerinde sarih bir fikir bulunma- Rapor yazılmış. Menderesin yurt dışında bulunduğu bir sırada gürültüyle ilân olunmuş, üstelik Za- ferde Hava ıste hususi emirle tefrıka dahi edilmişti. Şimdi, |-geriye dönmek kolay degıldı Onun için en iyi taktik raporu uyutmak olarak görülüyordu. Rapor, basılmak üzere Meclis matbaasına verilmişti. Yal- nız bir husus unutulmuştu: Basılma emri! Böyle dalgınlıklar oluyordu- Özalp işi 1951'den 1956'ya kadar derin bir uykuya terkedilmemiş miydi? Universite Bir hikâyenin sona B u haftanın başında — Salı günü. Beyaz Köprü istikametinden gelen otobuslerden birinden, elin siyah çanta taşıyan orta boylu, çiz- gili siyah elbise giymiş birisi' indi. Ağır ve sakin adımlarla Üniversite- nin kapısına doğru yürüdü. Başında rolöve bir şapka vardı. Universite- nin bahçesinden geçerken Trastladı- ğı talebeler onu sakin sakin selâmla- dılar. O da bu selâmlara mukabele etti. Çizgili siyah elbıse giymiş a- dam bundan tam 101 gün önce Celâl Yardımcının Milli Eğitim Bakanlığı enirine alınmış ve sonra da İstanbul Unıversıtesı Senatosunun — hışmına uğrayıp "bir ay müddetle derslere girmekten men" cezasına çarptırıl- mış olan Prof Hüseyin Nail Kuba- ll idi. Kubalı ağır ağır yürüyerek Atatürk heykelinin yanından — geçti ve kapısından girdiği büyük binanın da koridorlarını kat ettikten sonra çıktığı bahçede sola doğru kıvrıldı. Üniversitenin içindeki bu ikinci bah- çenin sağında Hukuk ve İktisat Fa- külteleri dershaneleri solunda ise bu fakültelere bağlı enstitüler ve kütüp- haneler vardır. Kubalı Direktörü ve kurucusu olduğu Mukayeseli Hukuk Enstitüsüne girdi. Saat sabahın 10 uydu ve meşhur 11-13 dersinin baş- lamasına bir saat vardı. Kubalının Enstitüye — geldiğini haber alan arkadaşlarından Prof. Ragıp Sarıca ve onu takiben de Ord- Prof. Charles Crozat kendisini ziya- rete geldiler. Kubalı bir müddet on- larla görüştü. Sonra saat tam 1l'e beş kala beraberinde yardımcıların- dan Doç. Tarık Zafer Tunaya ve a- sistanları Alp Kuran ile Orhan Al- dıkaçtı olduğu halde ders vereceği birinci sınıfın bitişiğindeki profesör- ler odasına geldi. Arkadan sessiz fa- kat heyecanlı 'bir talebe — topluluğu hocalarını takip ediyordu. Kubalının yüzü sapsarıydı. Asistanları ve tale- beler de son derece heyecanlı görü- nüyorlar fakat çıt dahi çıkarmıyor- lardı. Kubalının ders vereceği birinci sı- nıf anfisinin hali görülmeğe değer- di. Bin kişilik anfinin sade sıraları değil, pencere içleri, kapı aralıkla- rı, hattâ kürsü dahi talebelerle dol- muştu. En küçümser tahminle sınıf- ta iki-üç bin kişi vardı. Profesörler odasından çıkan Kubalı ve asistan- ları sınıfın kapısına doğru yürüdük- erinde muazzam bir uğultu yüksel- di. Sanki yer yerinden oynuyordu. Kubalı ve beraberındekılerın kapıdan girmesi bir hayli güç oldu. Bu a- rada Kubalı heyecandan — sararmış çehresiyle kapıdan içeri adımını atar- ken "hadi bismillah" dedi. Eli aya- ğı titriyordu. Kürsüdeki — mikrofo- nun başında kendisine güçlükle bir yer bulundu. Bu arada sınıftaki bü- kün talebeler ayağa kalkmış "ya ya ya, şa şa şa- Kubalı Kubalı çok ya- şa" avazeleri ile ortahgı inletiyorlar- dı. İki talebe kürsüdeki — mikrofonu Kubalıya doğru tuttular- Hemen bü- tün göz yaşarmıştı. Bütün be- nizler sapsarıydı Alkışlar ve te- zahürat ise bir türlü dinmek bilmiyor du. Kubalı bir el işareti ile talebe- lerini selâmladı. Alkışlar, "ya ya"lar kesildi. Sınıf tam bir sessizliğe gö- müldü. Hoparlörlerde Kubalının he- yecandan titreyen sesi duyuldu. "Çok sevgili gençler, aziz arkadaşlarım.. ayatta en akiki mürşit ilimdir vecizesinin sembolü olmak mevkiin- unan yüksek ilim ocağımıza aziz meslektaşlarıma ve siz sevgılı öğrencilerime tekrar kavuşmuş manın sonsuz saadeti ve heyecam i- çin bulunduğumu herhalde tahmin edersiniz. Kendimi uzun bir yolculuk- tan sonra sıcak yuvasına dönen bir yolcuya benzetiyorum. "Kubalı bun ları söylerken talebelerin — arasında bir yere sıkışmış oturan Doçenti Ta rık Zafer Tunayanın gözlerinden yaş lar sızıyordu. Hoş ağlayan yalnız Tunaya değildi. Kız erkek pek çok talebe göz yaşlarını tutamıyordu Kubalının ise elleri titriyor, şakak- ları uğulduyordu. Hemen her cümle AKİS, 17 MAYIS 1958