YURTTA OLUP BİTENLER güvenliğini tehdit ettiği fikrinde is- rar ediyordu. Genel Kurul derhal ha- rekete geçmeliydi. Türkiye — derhal huduttaki askerlerini — çekmeliydi. Birleşmiş Milletlerin bir tahkikat ko- misyonu bu işe nezaret etmelıydı Bu talepten sonra Tür- kiye ve meşhur Altıncı Filo hakkın- da uzun bir ittihamname geliyordu. Bitardan sonra kürsüye gelen Türk delegesi Seyfettin Esinin, Suriyenin ithamlarına doğrudan dogruya cevap vermekten kaçındığı — görülüyordu. Türkiye Suudi Arabistanın arabulu- culuk teklifini kabul etmişti. O hal- de Suriye meselesinin — görüşülmesi sonraya bırakılmalıydı. Bu teklif A- merikanın da hoşuna gitmişti. Dele- ge Cabot Lodge da müzakerenin te- hirini istiyordu. Suudun arabulucu- luk teklifini Amerıka çok beğenmiş- Lodge ” üyük liderin gayretle- rını memnunıyetle karşılıyoruz" di- ordu. Propaganda oyuncaklarının elle- rinden alınmasına Rus ve Suriye de- legeleri pek sinirlenmişlerdi. Türki- yenin taarruzundan hakikaten kor- kuyorsa, Suudun teklifine dört elle sarılması gereken Suriye delegesi Ferid Zeyneddin "Böyle bir arabulu- culuk aslında mevcut değildir, gaye Genel Kurulu ve halk efkârını şa- şırtmaktır" buyuruyordu. Sulh peri- si Gromyko da arabuluculuk teklif i- ni manevra sayıyordu. Rusya ve Su- riyenin bir bardak suda — yaratılan fırtınanın sona ermesini istemedikle- ri açıkça görülüyordu. Suud ve Zorla şte Türkiyenin fiili Dışişleri Ba- Melik Hazretlerinin kapısı- kanı. İstimlâklerden bir görünüş nın önüne kadar Acem halıları ile kaplı sarayına girerken durum buy- u. Cumhuriyet Hükümeti arabulu- culuğu kabul etmekle en azından bir hüsnüniyet nişanesi vermişti. Güven- liğinin tehlikede olduğunu — söyliyen uriye, propagandayı, — anlaşmaya tercih ediyordu! " Cidde konuşmalarının ciddi bir uzlaştırma gayreti mi yoksa Surıye— nin iddia ettiği gibi bir "manevra" mı olduğu pek yakında belli o- lacaktı Belediye Yağmurlar gelince Bu haftanın içinde, belki de Türkiye ilk defa olarak, kışın başında bir çok göz göğe çevrilmişti. Aynı hâdise bundan yedi ay kadar evvel, rada iki büyük fark vardı. Altı ay evvel gözler köylülere aitti. Bu se- ferkilerin sahibi şehirlilerdi. Altı ay evvel göğe _bakanlar "Allahım, yağ- mur ver" diye dua ediyorlardı. Bu sefer göğe bakanlar "Allahım, yağ- mur verme" diyorlardı. Zira nasıl,' kışın sonunda yağmur yağmamış ol- saydı köylünün hali duman olacak idiyse, kışın başında yağmur yağar- sa şehirli ne yapacağını bilemez ha- le düşecekti. İstanbul ve Ankaralıla- rı hiç bir şey, müstakbel çamur ka- dar korkutmuyordu Hakikaten iki büyük şehirde ekse- ri cadde ve yollar moloz ile dölüydü. Üstelik 1k1 büyük şehirde imar faali- yeti de bir duraklama devresine gir- mişti. Ankarada bilhassa Kızılay, İs- Bir de yağmurdan sonra görmeli 10 tanbulda bilhassa Beyazıt meydanla- rından geçenler eskisine nisbetle da- hi daha az ameleye rastlıyorlar, da- ha az makine görüyorlardı. Doğrusu istenilirse Ankara ve İstanbulun bu iki talihsiz semt sakinleri manzaraya artık alışmışlardı. Ama yollan ora- lara düşenler şaşırıp — kalıyorlardı. Yağmur Ankaraya yağmıştı. Yağ- mur yağmıştı ve tabii her yer cıvık cıvık olmuştu. Kızılayda — gölcükler teşekkül etmiş, karşıdan karşıya geç- mek imkânsız hal almıştı. Kışın ne olacaktı" Bu düşünce pek çok İstan- bullu ve Ankaralının gece rüyasına giriyordu. Yaz aylarında dahi norma- lin Üüstünde ayakkabı eskitmişlerdi. Taşın, toprağın üzerinde yürümek kolay olmuyordu. Şimdi bir de ça- mur başlayınca ayakkabı — aşınması büsbütün artacaktı. Artık her gün boyacıya uğramak şart hâle gelecek- ti. Ya pantolon paçaları, ya palto e- tekleri?. Evet, bunların girdiği rü- yalar büyük bir süratle kâbus oluve- riyordu. Bitmeyen istimlâk akat işin tuhaf tarafı şuydu ki bunca iş işçi beklerken Belediye- ler iki büyük şehirde de yıkıma de- vam ediyorlardı. Doğrusu istenilirse kış başında böyle bir gayretin sebe- bini anlamak kolay değildi. Bu yüz- den kiralar zaten artacağı kadar art- mıştı. Biraz daha artmasında bir fayda olmamak gerekirdi. Sonra yı- kılan yerlerin sakinleri nereye * gide- ceklerdi? Gerçi bu binalar hayli za- man evvel tahliye edilmişti. Ama gös- terilen acele de bir işe yaramamıştı. Mesela İstanbulda Taksimden geçen- ler son süratle kazmalara terkedilmiş bulunan eski Kristalin yerinde bir mamure değil, bir arsa görüyorlardı. Madem ki bunca ay hiç bir şey ya- pılmayacaktı, dükkân sahiplerine sa- 8 saat mühlet vermek neden- di? Hakikaten arsa, yağmurlar gelin- bir çamur deryası haline girmekten başka şeye intizar etmiyordu. — Ay- nı şekilde Aksarayda da Postahane- nin sırası hâlâ yarı ayaktaydı. Hal- buki orada da Belediye ne istical göstermişti! Şimdi, bilhassa o evlerin eski sakinleri yolları oradan geçti- ğinde yüreklerinden bir defa daha yaralanıyorlardı. Ankarada da Atatürk — Bulvarı, hemen bir baştan ötekine tahrip e- dilmiş haldeydi. Halbuki Kızılay mey- danı bile bir seneden beri yaz - boz tahtası olmaktan ileri gidememişti. Buna mukabil yol tek taraflı trafiğe açılmış, vasıtalar görülmemiş bir tı- kanıklıga maruz kalmışlardı. Yeni yeni istimlâkler Ankarada da — de- vam ediyordu. Apartman sahipleri a- rasmda ihbarlar alanlar hâlâ vardı. Şimdi bunların biri de Prof. FFuad Köprülüydü. Ustada geçenlerde, yol genişlemesi dolayısıyla Bulvar üze- rindeki evinden on metrenin alınaca- ğı bildirilmişti! AKİS, 26 EKİM 1957