ae İ gibi aynı meseıe,lerin tekrur_ tekrar '3 AKİS,24 AĞUSTOS 1957 " zel manzaralı evinde mutadın Üstünde bir kalabalık toplandı. Ev son günler- de hayli kalabalık topluyordu. Ama hiç bir zaman evin küçük salonlarını Pazaıtesi akşam Üüzeri olduğu kadar geniş bir misafir kitlesi işgal etme- mişti. Ekseriyeti gazeteciler teşkil e- diyordu. Taşlıktaki ev için -zira ev İnönünün Taşlıktaki eviydi-, gazete etlerin bir kısmı, siyasl muhabirler rmi yer almıştı ve kalabalığın sebebi buydu. Hava karardıktan sonra A misafirlerin ardı kesilnıedi. Bunlar te- Jaşlı bir edayla geliyorlar, müsterih dönüvorlardı. Zira bütün bu kalaha- lığı oravya o gün, şehirde dolaşan bir asılmız şayia toplamıştı. Pazartesi günü İstanbulda bir ha- ber. kulaktan kulağa görülmemiş bir süratle dolaştı: Polis İşbirliği müza- kerelerinin yapıldığı evi basacaktı. Hatta buna bir de mucip sebep bul- muş, daha doğrusu uydurulmuştu. Floryada kumların arasında bır bom- ba yerleştirilmişti; sonra bu ortaya cıkarılıp tahkikata girişilmişti. Böy- lece siyasi partilerin kanatılması vo- luna gidilecekti. İlk iş olarak da Mu- halefej liderlerinin toplu halde bulun- dukları Taşlıkta arama yapılacak. bir takım dellllenn ele gecçtiği ilân edilecekti. İşin tuhaf tarafı şuydu ki ziyadesile fantaziye meraklı muhay- yeleler tarafından uydurulduğu aşi- kâr olan bu rivayete zazeteciler ih- timal verdikleri gibi aklı başında bir cok siyaset adamı da kanmış ve Taş- lığa koşmuştu O gün işbirliği müzakeresi tem- silcileri toplantılarını bitirdiklerinde salonlarda ve terasta böyle bir kala- bahkla karşılaştılar canlı bir hava esiyordu. Kasım Gü- lek temsilcilerin yemeği orada yeme- lerini teklif etti. Zira müzakere sıra- ıdada olduklarından Taşlıkta yemek yoktu. Kasım Gillek “dışarda bir ver” den bahsetti. Anlaşılan “bir arada” olmayı tercih ediyordu. İnönü yor- gunluğunu söyledi ve özür diledi. Za- ten şaylanın bir balon olduğu da se- ziliyordu. Fakat bu, ertesi gün D.P nin İstanbuldaki organı Havadis'in İstanbulun göbeğinde siyasi ahlâk- büvük tehlikelerle karşılaşmış ve hic bir seferinde de füturunu bozmamış- L Uzayan müzakereler "l' :şlıkta.kı ev geçen haftanın sonun- an beri bir alâka merkezi hali- ne gelmişti. Heybeliadada haşlayan miüzakereler oraya nakledilmiş, fa- kat bir türlü bitmek bilmemişti. Bu- nun bir sebebi her giüln temcki pilavı e ç ele alınmasıydı. Müzakerelerde bir husug münakaşa ediliyor, bir netice- ye varılıyor, temsilciler — dağılıyor- lardı. Ertesi gün toplanıldığında bil- hassa Hür.P. temsilcilerinin aynı hu- susu bahis mevzuu edip kendileri için bir gün evvelki neticeden daha avan- tajlı durum konarmak istedikleri gö- rülüyordu. Bunun, temsilcilerin gece gördükleri rüyalarla alâkalı bulun- madığı aşikârdı. Temsilciler toplantı- dan ayrıldıktan sonra partili arka- daşlarıyla görüşüyorlardı; bu, gaze- teciler tarafından tesbit — edilmişti. “Partili arkadaşlar” hep ayrı telden çalıyorlar, bazen temsilcileri muahe- YURTTA OLUP BİTENLER lardı. Bu halden en ziyade şikâyetçi olanlar da C.M.P. he y Onlar anlaşmak için en samimi göüsteren ekibi teşkil edıyorlardı Bıl- hassa Fuad Arna herken üzerinde çok müsbet tesir yaptı. r.P. Genel Başkanı Fevzi Lütfi Karaosmamglu müzakerelerin ortası da ayrılmak zorunda kaldı. Hür. P. Genel Başkânı Fevzi LAtfı Kaıaosnıanoglu ve anlaşmaya taraf- tar Enver Gürelinin dışarda kalan “Partili Arkadaşlar” üzerinde büyük bir tesir kudretine maalesef sahip bu- lunmadıkları seziliyordu. ekim “kontenjan meselesi 'nde ze ediyorlardı. Bunun Üzerine temsil- ciler ertesi gün “sil baştan” yapıyor- de ihtilaf C.M.P. ile Hür.P. arasım da çıktı. Küçük partiler evvela yarı Palavra — Edebiyalı *T*otalıtcr idarelerin bir klasik silâhı vardır: Palavra Edebiyatı. Bu iyatı “at, atabıldiğin kadar” sşeklinde tarıf etmek mümkün- dur ve bunun en güzel nuümüneleri buguün Rus basınında görülmektedir. Daha doğrusu görülmekteydi, sira bır zamanlar Lenine hayranlığını damlarda haykıran bir “madşuş adam” Zafer'e kapılanalıberi — bahis mevzun edebiyattan pek başarılı örnekler artık - bizde de umur-u adiyeden hale gelmiş uorunuuor İş okadar ileri götürülimüştü ki üstad bedava yapılan seyahatlere katılıp dişarı çikti mi, yuürda döner dön- mez ilk işi kaleme mrılıp hakıki refahin, hakiki satiın alma gucumm. hakıki demokrasınin D. P. idaresindeki Kalkınan Tıırkıuıd' olduğunu sövlüyor ve gördüğü memleketler halkının haline acınıp duruyor. Avru- pada bolluk varmış- Lâf' O bolluk, vitrin zenginliğidir. Evet, vitrinder doludur ama, zavallı halk bunları satın alma kiülretine sahıp değildir ki.. Otamobiller, buz dolapları, radyolur! Ne tayda, halk tatifade ede- medikten sonra.. Asıl safiın alma gücü Türkiyededir. Dışarlarda para öylesine puhalıdır ki herkea nastl yeçinecedini düşünmekte, bin tasarruf caresi bulmakta, kıvranıp asaızlanmaktadır. “Bağşuş adam” bunları o ka- dıır acıklı şekilde anlatır ki, neredeyse ağlıyacağınız ve tabit kendi va- ziyetimize şükredeceğiniz gelir. Adamın bir. “bütün o nimetlerden al- cak kapitalistler faydalanır, proletarya sefalet içindedir” demesi ek- sıktir. Yalnız, totaliter memleketlerle Türkiyenin farkı oralarda — halkın sadece parti organlarını okumak zorunda olmasıdır. Bu vüzden Mosko- otomobil imal etmiştir. Çelik istihsgali ayda £ milyon tondur. 1951'den beri Batı Abnanya dünyanın ikinci gemi inşacısıdır. Geçen gene 7.5 mil- yar dolarlık ihracaat yapmıştır. döriz ve altın ıhtı_/ah 4.6 milyar dolar- dir. Bu. memleket. Şimdi gelelim halka. Batı Almanyada işsizlik yoktur. İşçi ilcretleri 1950'ye nisbetle yüzde 60, 1958'e nazaran yüzde 40 artımış- tir. Geçen sene işçiler, <dikkat buyrulamn, işçiler, “alçak — kapitalistler” değil - 157 bin yeni araba, 127 bin motosiklet ve &kuter satın almaşlardır. Et istihlaki 1950'ye nisbetle yüzde 80 coğalmıştır. Bu yaz Alman turiatle- ri ancak Amerikan turiatlerinin rekabet edebileceği rahatlık ve cömert- lıklp c-trııflarına döviz sacmışlar, dünya — nmetlerinden — faydalanmış- Ş imdi. bunları bilen Bir insan üzerinde Palavra Edebiyatının ne te- sirt nhır ve hudutlarımızı hakikatlere kapatmadıktan sonra dünyanın bütün mağşuş adamları kendilerini ve gazeteyi komak hale sokmaktan ka fayda sağlayabilirler ms? İhtimal ki tıpkı o mağşuş adam gıbi dişarıya çıkan — büyüklerimiz, yurda döndüklerinde. en lıii_vüğü»ıüıe ; “Ah, beyfemnidi. diyorlar, bütün Avrupuda ne gefalet, ne sefalet.. Hadk, vitrinlerdeki eşyam alamadığı için nerdeyse intihar edecek. Nıı.tm abna- | gyücü, sayenizde., .ıuılrro biszde var.. Varolunuz, sağolunuz ve devam | ediniz”. Kim bilir, en hüyüğümüz biz gazetecilere belki de böyle soylemeye dılnnız varmadığı icin kızwordur ytı Anın insaf e!.sm kahahat biz- — de