I- onusunu en mükemmel şekil içinde anlatabilen “Senso”, sinema tarihinin n yüksek dört beş zirvesinden biri sayılabilirdi. Pek büyü bir ticari başanm kazanamamasına rağmen Vis- conti'nin filmi, sesli ve renkli sine- ramatik alanda ulaştığı yü- celiklerden biriydi Mevsimin diğer alâka cçekici İtal- yan filmi, Federico Fellini'nin “La Strada - Sonsuz Sokaklar” 1, “Sen- 80'' ile taban tabana Zıt sayılabilirdi. “Senso”, geniş malikâneler. parla elbiseler içindeki insanların durum- ları tehlikeye girdiği zaman manevi çöküşlerini anlatırken; “La Strada” din! bir şairanelik içinde cemiyet dı- şı insanların her şeye T n ruhla- rının temiz kalabileceğini gösteriyor- du. Ettore Giannini'nin — “Carosello Napolitano - Napoli Senfonisi” başa- rılı müzik ve renk düzenleri içinde, zayıf bir sinema tekniği ile, Napoli'- nin Üç asırlık tarihini Şşarkılar ve danslar yoluyla anlatırken; Vittorio De Sica'nın “L'Oro di Napoli - Napo- Maceraları” ynı şehir halkının davranışlarını oldukça hafif bir şe- kilde, dört hikâye çercevesinde orta- ya koyuyordu. Birincisi ilk neo-rea- list müzikal olması bakımından ne kadar mühimse, ikincisi de İtalyan sinemasının büytiklerinden birinin e- seri olması bakımından o kadar a- lâka çekiciydi. Bu dördünün dışında kalan İtal- yan filmleri eleme kötü eserlerdi. Ya- bancı bir memleket için satın alınış- lar: büyük bir ihtimal olarak prodük- törlerini de şaşırtmış, onları beklen- medik bir sürpriz karşısında bırak- mıştı. Öbür vanda Mıchelange!o An- tonioni, Carlo Lizz. sco Ma- selli gibi yeni eserlerini görmek için Türk seyircisi. başka bir Amerikan şirketinin de bunların da- ğıtımını yapma; Üzerine Aalmasını beklemeye mecbur oluyordu. Araya sızanlar merikalı bir dağıtımcıya sahip olmadıkları için EKransız filmle- rinden pek az iyi örnek Türkiyeye sı- zabilmişti. Bu sızıntıların en dikkate değeri şüphesiz Marcel Carn&€'nin Zo- la'dan mülhem olarak hazırladığı “Thöröse Ragtin - Kader Değişmez” idi. Sacha Guitry'nin “Napoleon” u Fransada da masraflı ve kötü tarihi filmler cevrilebilecegım ortaya ko: yordu. an « Jacgue'ın “Ma- da.me Dubarry si pek büyük hususi- yetler taşımasına rağmen sıkıntısız ne de nsız temsilcileri sayılamazlardı Jules Daasin'in geri çevrilen “Du R fifi Chez les Hommes” u ile Cayutte - ın gümrüklerde sürünen “Nous Som- es Tous des Assassins - Hepimiz Katihz" 1 gösterilme imkânlarına ka- saydı, “Thöröse Raguin” in yanın- _48!8. 8 HAZİRAN 1951 Ray ile Dean “Asi Gençlik” e hazırlanırken kahramanları Zamanımızın ransız sinemasını temsil etmek için destek olabilirlerdi Gene Amerikan dağıtımı sayesin- de görülebilen bir başka yabançı eser Harald Braun'un “Sen Benim Olduk- ça" adlı Alman filmiydi. —“—Warner Bros şirketinin dağıttığı bu film ol- dukça romantik bir mevzuu işleme- sine rağınen, Alman sinemasına has görüntü düzenleri, ışıklandırma, ka- mera kullanışı ve disiplinli oyunlarıy- la dikkati çekiyordu. Maria Schell'in oyunu bilhassa in Yugoslavyada çevirdiği ' zte Brücke - Son Köprü” de ulaşmış- tı. Mevsimin en iyi Avrupa filmlerin- den biri olan bu eser Beyoğlu sinema- larında gösterilmeden kenar mahalle sinemalarına düşmüştü. Bu iyi bir dağıtıcının eline gecmeyen değerli yabancı film n Türkiyedeki film işleticileri tırahndan nasıl kullanıla- cağının açık bir mısaliydi Kautner'- in eski v saçm ir filmi ola “Capt'n Bay - Coşkun Kaptan' bir kenarda bırakılırsa Alman sine- masının başka temsilcisi çıkmamıştı. moda olan Mek- sika filmlerinde azalış gittikçe farke- dilir durum almıştı. Zaten Luis Bu- nuel'in de Fransaya yerleşmesinden sonra Meksika sinemasının eski can- lılığını kaybettiği bir gercekti. Bu- nuel'in Meksikadayken yaptığı iki fılm “Los Olvidados” ve “El Bruto” memleketimize geldiği halde raflar- dan projeksiyon odasına geçme fırsa- tını bulamamıştı. Bilhassa “Los Ol- ibi bir şaheser, dilşüncesiz talihsizliği yüzünden çürümek tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. Bu mevsimin alâka çekici Meksika filmi emekdar Emilig Fer- nandez'in “Un Dia da Vida - Doyula- mayan Aşk” adlı eseriydi. Gabriel Figueroa'nın her zamanki artistik re- simleriyle süslü bir film, sayısız Mek- sika ihtilâllerinden birine iştirak e- den bir kahramanın trajik hikâyesini anlatıyordu. Raj Kapoor'un “Avare” den sonra geçer akçe haline gelen “Destan”, “Amber”, “Didar” gibi aşağılık Hint melodramları dışında dili İngilizce olmayan başka yabancı film prog- ramlara girmemişti. Festivallerde başarı kazandığı haberleri sık sık ge- len bazı İsvec. İspanyol, Japo Yunan filmleri ihmal edilen değerler arasındaydı. Savaşa ve ölüme dair filmlerinin Türkiyeye en devamlı ve muntazam gelen Ö nekleri İngiliz sinemasımn mııhıulle— imtiyaza kavu sebebi pek tabij İngilizce oluşlarıydı. Yoksa Fransız, İtalyan yahut öbür beri İngiliz sinemasının Üstüste çok kötü filmler yaptığı sık sık tekrarla- nan bir hakikattı. Ama bilhassa İs- tanbul sosyetesinde bir zamanlar re- iği şim- di yerini İngilizce züppeliğine bırakı- yordu. Ciklet, koka-kola, baygın şar- kılar, çılğın danslar, acayip gömleklerle başlıyan — Amerikalılaş- ma hareketi öbür kütürlerin unutul- zea, Al- , İtalyanca kulağı tırmalayan diller haline gelmişti. man ve İtalyan filmlerinin İngiizce kopyaları gösteriliyordu. İngiliz films k. il