hem de — masanın "Johny is the boy for me" söylüyor ve oynuyor! ok ,doğrusu hak vermek lâzım. Oyuncular şimdiye kadar gördüğü- müz bu nevi Amerikan filmlerinden neler ogrenebılırlerse hepsini Rejisör Meinecke'nin arzusuna —uyarak var güçleri ile taklide — çalışıyorlar.. Sa- dece Mahmut Morali bu taklide pek yanaşmamış. Sapık Profesör Dr. Lyman'ı oynamak üzere sahneye, bir Amerikalı gibi değil, — Beyazıttaki Küllük kahvesinden gelir gibi rahat ve alaturka giriyor. Yalnız lokanta— cı kadında Şükriye Atav, bir rikalı Grace'dan ziyade 'bır kadın olarak kalmak ve oynamak akıllılı- ğını göstermiş. Şerif Will'i taklıt e- den Neşet Berküren "Kovboy" deme te güçlük çekiyor olmalı ki sık sık “Kâvbay" — deyip duruyor ve böy- lece hiç olmazsa 3-5 kişinin — eğlen- mesine sebeb oluyor. Rejisör Meinec- ke'nin sahne tertiplerine gelince... Bütün oyuncular bazan barın kena- rına dizilip sahnenin bir yanına yığı- lıyorlar, basan ikişer ikişer başbaşa verip oraya, buraya dağılıyorlar. Bu Çiftlerden bir tanesi konuşurken di- ğerleri kımıldaşıp duruyorlar. Son- ra bir başka çift sesini yükseltince kımıldaşmak sırası ötekilere geliyor. Hülasa bir düzensizlik hüküm sürü- yor ve salonun üstüne uyku veren, sa- bır taşıran sıkıntılı. bir hava çökü- yor, seyircilerin arasında Türk sah- nelerinde Amerikan piyeslerini gör- meye gelmiş Amerikalı bir tiyatro sever'Cherie bu değil; Cherie böyle olmamalıydı ki... Bunun Inge'nin o- yunu ile alâkası yok" diye yazarı sa- vunmak ihtiyacı içinde — mırıldanıp duruyor.. üzerine çıkıp şarkısını Rejisör Meinecke -hiç şüphe yok- pek sevimli, pe ik, pek savanı hürmet bir .zattır. Onun nezaketin- den. İstanbul seyircilerinin daha fazla sabrım taşırmadan memleketi- ne dönmesini beklemek yersiz olmaz. Eğer Tiyatro idaresi kendine bu yo- lu acık bıraksa muhakkak böyle ya- pacaktır. Ama Şehir Tiyatrosu ida- recilerinin ne yapıp ne edeceklerini kânsız hale gelmiştir. gayretleri "Belediyeye bağlı bir dai- de "Memurlar"ın gürültüsüz pa- tırtısız, tıkır tıkiır çalışmalarını sağ- lamaktan ibarettir ve alkış patırdısı- nı, Övgü gürültüsünü saygıdeger bul- muyorlardır. Ama hiç olmazsa, ha- tırlamalıdırlar ki her Istanbullunun Belediyeye ve onun kurduğu —mües- seselere ceplerinden — verdikleri bir şey vardır. Bu gibi tesislerin bir mâ- nada hakiki sebebleri gene onlardır.. Bu sebeble verdiklerinin istemek en tabii bir haklarıdı madan kendileri ile alay edildiğini görmek, bir sahneye ve bir idareye münhasır olsa bile canlarım sıkar. Sabırlarım taşırır. Denilebilir ki "sa- bırları taşar da ne olur"... Doğrudur. Olsa olsa bir müddet Dram Tiyatro- su kendi oynar, kendi güler. Hani Yorgan — gitti, kavga bitti" hesabı.. karşılığını ır. Dur- AKİS , 27 NİSAN 1957 SİNEMA Feslivaller Cannes'dan Venedik'e S vsiminin sona ermesi yaklaşırken milletlerarası sinema festivalleri, için hazırlıklar da baş- lamaktadır. Bılındıgı gibi her yıl fes- tival mevsimi Nisan sonundaki Can nes festivaliyle açılır, bunu Haziran sonundaki Berlin festıvalı takibeder, Ağustos sonundak nedik festiva- liyle kapanır. Bu ara, d , hepsi ayrı ayrı hususiyetler taşıyan daha kü- çük çaptaki festivaller -Edinburgh. Karlovy Vary, Punta del Este v.s.- yer alır. n önce hemen sadece Ve- nedik festivaline inhisar eden bu mil- letlerarası film yarışmaları, görüldü- ğü gibi şimdi epeyce genişlemiş, sa- vaş sonrası sinemasının belli başlı hususiyetlerinden biri olmuştur. Bun- ların faydası da yabana atılmıyacak kadar büyük ve çeşitlidir. Bu festi- valler sayesindedir ki milletlerarası pazarlarda hiç tanınmamış ülkeler, meselâ Meksika, Brezilya, Yunanis- tan, İspanya, Hindistan, Polonya, Yugoslavya kendilerini tanıtabilmek imkânını buldular. Savaştan sonra birden bire gelişen milli sinema okul- ları -İtalya, Japonya, Meksika, Çe- koslavakya- yahut savaş sonunda ye- tişen genç sinemacılar -Rene Clement, Albert Lamorisse, Norman MchLaren, Sergey Samsonov Michael Cacoyan— nis, Juan Antonio Bardem, Frances- co Maselli, Federico Fellını— çabucak kendılerını tanıtabildiler. Öte yandan, sinema endüstrileri saglam temeller üzerine kurulmuş ülkeler için bile bu "Cabiria'nın Geceleri' Cannes 1957 çeşit festivaller vazgeçilmez bir un- sur oldu. Herhangi bir festivalde mü- âfat kazanmak, bir filmin ticari ba- arısı için mühim bir avantajdı. Film ithal eden ülkeler de seçimlerini daha çok festivallerde başarı kazanan eserler arasından yapıyorlardı. Seyir- çiler ve' tenkitçiler ise, — festivallere gönderilen eserlerle bir ülkenin sine- ması hakkında oldukça sağlam bir fikir edinebiliyorlardı. Şüphesiz, bu festıvallerın tamamiy- le mükemme r şekilde cereyan bi- tiği söylenemez. Milletlerarası,siyasi Çatışmaların festivallere aksetme,», festival komitelerinin seçimindeki an- laşmazlık, festivale katılacak filmle- rin seçilmesi, festival sonundaki mü- kâfatların dağılış şekli hemen her za- man şikâyetlere yol açmaktadır. Ge- çen yıl Venedik Festivalinde bu mah- zurları kısmen olsun önlemek için festi val nizamnamesi değiştirilmiş, festiva- lin "sinema sanatı" adına layık bir şe- kilde olmasına çalışılmıştı. Bu ara- da en önemli tedbir olarak da, festi- vale katılacak filmler bir ilk seçim- den geçirilmiş, festivale ancak belli sayıda eser -14 film- sokulmuştu. Fa- kat bazı ülkeler bu tehditten hiç de memnun olmadılar. Bunların başında Birleşik Amerika geliyordu. Ameri- a o zamana kadar festivallere en çok sayıda film yollıyan ülkeydi;, böyle- likle festivalde kazanma şansı daha çoktu. Bundan başka, iyi filmler ya- nında bir. sürü ikinci derecede film- leri de gönderip bunlar etrafında gü- rültü, bir reklam yaratmak gayesini guduyordu Venedik Festival Komite- sinin film sayısını böylece tahdit et- mesi üzerine Hollywood festivale ka- tılmaktan vazgeçti. İngiltere de bu boykota iştirak etti. Hollywood'un üyü şırketlerınden yalnız 20 th Century-Fox bu ota katılmadı. Fox'un produksıyonu olan, Nicholas Ray'in "Bigger than Life"ı ile, "The Associate and Aldrich" adlı şirket adına Robert Aldrich'in çevirdiği "At- tack" festivale — gayriresmi — olarak katıldılar. Fakat iki dereceli seçim usulünün de tam mükemmellikle 1şledıgı söyle- nemezdi. İşte bir takım "arka niyet- ler" karışıyordu. Nitekim, sırf boyko- tu bozdukları için adı gecen iki Ame- rikan filmi finale kalan 14 eser ara- sında yer aldığı gibi, — festivalin ter- tipleyicisi İtalyanın "Suor Letizia - Rahibe Letizia" sı da yine zorlama o- larak -zira festivalin belki de en kö- tü eseriydi- 14 film arasında yer aldı. Bununla beraber bütün bu aksaklık- lara rağmen geçen yılki Venedik fes- tivali şimdiye kadarki bu çeşit sinema yarışmalarının en kalitelisi idi. .Cannes 1957 Venedık Festivalindeki bu tecrübe öteki festivaller üzerinde de tesi- rini göstermekten geri kalmadı-. Ni- tekim, önümüzdeki hafta başlıyacak olan Cannes Festivalinin iizamname- 31