M U Opera Umu'an ve bulunan Geçen hafta Opera gişesinin Önün- de çay veya kumaş kuyruk- larında bekleşenler kadar sabırlı, kat istediklerini elde edeceklerinden onlar kadar ümitli olmayan daha çok talihe ve tesadüfe güvenen insanların dizildiği kuyruklar goruluyordu Bu insanları oraya, cazibes çekmişti. lsımlerden bırı Davıd Oyst— rah'tı. Her uğradığı şehri çalkalan- dıran bu Sovyet kemancısının Anka- ra'da iki konser vereceğini bildiren ilân bir Ankara gazetesinde çıktığı gün, biletler tükenmişti. — Konserleri Devlet Tiyatrosu — düzenliyordu. Fa- kat bu müessesenin giriştiği her işte bir düzensizlik olması normaldi. O sabah bir müşteri, telefonla bilet a- yırtmak istediği zaman, "Oystrah konserı için telefonla yer ayırmıyo- ruz" cevabını almıştı. ysa bu mü- racaatçının bir dostu, yarım saat ön- ce, aynı telefondan, kendine iki gece için de yer ayırtmıştı. Hâdisenin tef- sire ihtiyacı yoktu. Oystrah kadar heyecan uyandıran öteki isim, hem Doğu hem Batı ya- rımkürelerinin opera göğünde yeni parlıyan bir Türk yıldızına aitti. Son aylar zarfında San Francisco ve La Scala operalarında kazandığı başarı- lar sayesinde, yurdundaki şöhreti musiki çevrelerini aşan, fotoğrafı ve yaptıkları gazetelerin baş — sayfala- rında, hatta Harcıalem magazinler- mensup olduğu sahnede ilk temsilini verecekti. Ankara'nın opera devam- lılarından çoğu onu iki mevsimdir dinliyememişlerdi. Leylâ — Gencer'in en Cumartesi akşamı "La Travi- ata'da başrolü oynıyacağı haberi, bir söylenti halinde şehre yayılmıştı Opera idaresi, bermutad, ünlü sopra- nosunun o gece sahneye çıkacagını ilân etmemişti. Bu hususta operanın 1darecılerınden biri kendisiyle konu- şan bir musikisevere "kendi sanat- karımızı reklâm mı edeceğiz?" dedi "o artık sizin sanatkârınız değil- dir" cevabını aldı. Devlet Operası, — sanatkârlarının isimlerini karartmak için a gayret sarfederse etsin, — sadece bir söylenti, bir temsilin bıletlermın ta- mamen satılmasına yetiyorı Biletler satılmıştı pek çok müşte- ri gişeden eli dönmüştü ama -O- pera ıdaresının daha iyi aydınlatabi- leceği bir sır- salonda gene boş yer- ler vardı. Opera gişesinin, hatırı sa- yılan dostlar için bir kaç yer muha- faza ettiği kimsenin meçhulü değil- Böylece o abone sistemleri, tem- sıl günleri saat 18'e kadar alınma— yan biletlerin başkasına satılması usulleri, hepsi boş birer gösterişten ibaret kalıyordu. AKİS , 27 NİSAN 1957 S İ Kİ Heyecan mı, yadırgama mı? erde anılıp da Violetta — sahnede görününce bütün bu telâşın, bü- yuk bir sopranoyu formunda olma- dığı bir akşamda dinlemekten başka bir şey için olmadığı anlaşıldı. Sesı donuk, bulutlu, örtülüydü. Da olçulerde ritmi aksamağa başladı Ve bütün birinci perde boyunca nadiren orkestrayla birleşti. Çok kere koşu- yordu ve şef Ferit Alnar, tempolarını bir türlü düzene sokamıyan şarkıcıya yetişmek için herhalde ter döküyor- du. İlk perdenin buyuk aryasının ilk kısmında (Ah! Fors e lui) entonas- yonu o kadar duştu ki şef, bir tona yaklaşan farkı belirtmemek için or- kestrayı nerdeyse susturacaktı. "Sem pre libera" sallanan tempolar, yutu- lan koloratur pasajlar ve - tutmıyan tonlar ıçmde geçıştırıldı Gerçi arya Leylâ Gencer Violetta, sana ne oldu? -ve birinci perde- bittiğinde — halk, sevgili sopranosuna olan — bağlılığım gostermekten geri kalmadı ama, " Traviata"nın en zevkli kısmının bu perde olduğunu düşünenler, — böyle bir icradan sonra evlerine dönmeyi tercih ediyorlardı. Ne olmuştu? Ley- lâ Gencer sahne heyecanına mı tutul- muştu? Yoksa rahatsız mıydı? Yeni Türkçe — metne mi alışamamıştı? Yoksa Devlet Operası sahnesinin ga- rip akustiğini mi unutmuştu? Bu sahnenin -hele gerilerinden- orkest- ranın işitilmediği bilinirdi. İkinci perdede durum çok az dü- zeldi. Violetta-Germont düeti, hein orkestrayı, hem bariton Fikret Kut- nay'ı müşkül durumda bırakan kaza- lara rağmen, yürüyebildi. Gencer'i bü- yük şarkıcı yapan vasıflar hiç ol- mazsa seziliyordu. Gerçi sesi, alışı- lan rengine bir türlü kavuşamamıştı; hele alt tonları her zamankinden da- a boş, her zamankinden daha hava- lıydı.. FFakat — piânisssimo'larındaki kontrol, legato hatlarındaki devam- lılık, partisinin mânaya —müteallik zaafları karşısında hiçbir. tereddüde ve şüpheye düşmeden tegannisine ver- diği beşeri ifade, Gencer hayranları- nın yüzünü ağartacak vasıflardı. Bütün temsil boyunca Leylâ Gen- cer'in göze hitap eden tarafları ağır basıyordu. Sahnede gene, hükmedi- cı şahsıyetı ve bağlayıcı güzelliği o- r kadın vardı. Bir aktris, ola- rak mezıyetlerıne yenilerini ılave et- mişti. Violetta gibi sathi, kategorik bir tipi derinliğine — işlemeye, yaşa- yan, seven ve ölen bir kadın haline getirmeğe muvaffak olmuştu. Böyle bir oyun. kusursuz bir teganniyle bir- leştiğinde olağanüstü bir Violetta ya- ratılmış olacağına şüphe yoktu; Ley- lâ Gencer'i iyi bir gecesinde, ileriki temsillerinde seyredecek olanlar her- halde bir bahtiyarlığa — erişmiş ola- caklardı. Alfredo'da Özcan Sevgen, frene fazla yumuşak, hacmına göre az ağırlıklı se- si olan bir tenordu. Duygu ve ifadey— le söylemek istedi; fakat ant nüans degışmelerınde ifrata kaçması yüzün- den cümleleri iyi mafsallıyamıyordu. Entonasyonu da yer yer çok şüphe- liydi. Germont'da Fikret Kutnay, iyi bir akşamındaydı. Her zamanki gi- bi konuşma tonuna yakın bir sesle, dümdüz, dosdoğru bir söyleyiş verdi. Partneri de iyi akşamında olsaydı, a lacağı netice farklı olurdu. Flora'da iri sesini idare edemiyen Mukadder Gırgınkoc Gaston da daima güvenilir "comprimario" olan Nuri Türkan, Doktor Grenvil'de İstanbul'dan gelen ılık sesli Seyit Ahmet Yıldız, Anni- a'da bu rolün emekdarı Hikmet Se- sar Vardı. Konserler Genç Avusturyalı enüz otuz yaşına varmamış genç bir Avusturyalı piyanist — geçen hafta, gençlerin musiki icra etme sa- natında oncekı nesillere nisbetle da- ha iyi oldukları görüşü- nü, yeni delıllerle destekledı Reming- ton ve Vox markalar üstündeki plâk- larıyla ismini dünyaya tanıtmış olan Alexander Jenner, Opera salonundaki iki resitalinde hem fırtına gibi tekni- ğini, hem de -çaldığı musiki mizacına uygun düştüğünde- musiki şinaslık ve şairlik gücünü ortaya koydu. Herr Jenner'in mizacına uygun mu- sikinin Liszt, Chopin ve -tek bir ör- nekle- Debussy olduğu iki konserde anlaşıldı ve ikincisinde — teyit edildi. Parmaklarına ve adelelerine hâkimi- yeti ve ifadesine verebildiği çeşitlilik sayesinde Liszt'in "Sonetto 123 del Petrarca"sını, piyanonun tuşlarını bir tuyle okşarmış gibi çalıyor, Altıncı Macar Rapsodisini, dinleyicinin yüre- ğini agzına getiren bir vürtüoz hızı 27