İKTİSADİ Ziraat Çölleşen ülke T oprakların kuraklıktan gözlerin sık sık ufuklarda — bulut aradığı bir günün akşamında hafif bir rüzgâr esmeğe başladı. Ankara- lılar bu rüzgârın bulut getirebilece- ğini düşünerek ümitli bir uyku uyu- dular. Uyandıklarında belki de topra- ği ıslanmış görebileceklerdi. Ertesi sabah rüzgâr fırtınalaşmış ama toprağın ateşini söndürecek bir damla yağmur duşmemıştı Tam ter- sine kuru, sıcak bir rüzgârın sürükle- diği toz bulutları her yanı kaplamış- tı. Saatlar ilerliyor, fırtına kuvvetle- niyor) toz taneleri daha da kesifleşi- yordu. Bir an geldi yüz metre ilerisi- ni görebilmek büyük bir mesele oldu. yarıldığı, VE MALİ da kesildi. Gökyüzü yeniden görün- dü. Gazeteler de fırtınanın sebeb ol- duğu zararları sayıp dökmeğe başla- dılar. Uçan bacalar, yıkılan duvarlar.. Fakat zararların hepsi bu cinsten Ol- saydı fırtına ucuz atlatılmış sayılabi- lirdi. Çünkü asıl zarar, Orta Anadolu- da çok geniş bir sahayı kasıp kavu- ran fırtınanın büyümekte olan ekin- lere verdiği zarardı. Zaten mahsul, kuraklık yüzünden, iyi olmıyacaktı. Normal bir ekim * yapılamamıştı. Bu toz fırtınası yaraya — biber ekiyordu. Aynı hal geçen sene de başımıza gel- mişti. Nisan içindeki bir toz fırtınası hububat mahsulünün bir miktar a- zalmasına sebeb olmuştu. Bazı uz- manların kanaatına göre o fırtına ol- masaydı belki Amerikadan getirtmek zorunda kalmıyacaktık. Neticelerini en çabuk duyacagımız Kastamonu ormanları son felâketten sonra Ümit kırıcı Halkın bir kısmı korkuya düşmüştü. Eski Ankarada oturanlar korku yü- zünden gruplar halinde toplanmışlar, kendilerini — gazabınd esırgemesı için Allaha yalvarıyorlardı. Daha em- niyetli binalarda oturan, daha soguk- kanlı Ankaralılar evvelce gördükleri birkaç filmi hatırladılar: Kalabalık bir deve kervanı çölde, kum tepeleri arasında ilerlerken fırtına alâmetle- ri belirir. Develerle insanları korkunç bir telâştır alır. Deveciler develeri tutması- u sahnelerle camların arkasındaki Ankaranın gö- rünüşü arasında bir benzerlik bulmak hayal kurma kabılıyetlerı en zayıf in- sanlar ıçın bile güç iş değildi. Ertesi gün fırtına lıafıfledı, sonun- 18 manzara zarar şüphesiz mahsulün daha da a- zalmasına sebeb olacak zarardı. Fa- kat biraz daha ileriye bakacak olur- sak, o toz fırtınası bir başka bakım- dan da hepimizi koyu koyu düşündü- recek vasıftaydı Çunku pek büyük bir toprak kitlesi rüzgârın önünde süruklenıp gitmişti. Ne kadar ince olursa olsun, bizim için, toprak taba- kasının zayıflaması herhangi bir memlekette olabılecegınden daha teh- likeliydi. Zaten sular her yıl toprak- larımızı denıze taşıyordu Ilerde, bin- lerce, milyonlarca sene sonra yeni bir jeolojik hareketle denızlerın üstü- ne çıkıncaya kadar hiç kimsenin işi- ne yaramayacak bir şekilde depo edi- lıyordıı Toprak teşekkülü çok ama çok uzun zaman isteyen bir işti. Bu bakımdan eldeki toprakları titizlikle korumak zorundaydık. Hesaplamak mümkün olsaydı toz fırtınasının se- SAHADA beb olduğu toprak kaybının belki de çok büyük bir rakkama ulaştığım görerek büsbütün üzülecektik. Toz fırtınalının üzüntüsü yağmağa başlayan yağmurlarla kaybolmaya yüz tutmuştu ki, yeni bir karahaber ortalığa yayıldı: Kastamonu orman- larında yer yer yangın çıkmıştı. Çok kuvvetli lodos fırtınası yangının hız- la yayılmasına sebeb olmuştu. Yan- gın sahası içinde birçok köy vardı. İlgililer hemen harekete geçmişler, askeri birliklerin de yardımıle yan- gın durdurulmağa çalışılmıştı. Rüz- gâr kesilip, ateş kısmen söndürüldük- ten, kısmen de çevrildikten sonra görüldü ki yanan saha aşağı yukarı 100 bin dekardı. Yüzden fazla köy evi yanmış, yüzlerce köylü evsiz barksız kalmış, bir kaç köylü yanarak ölmüş, bir hayli hayvan da Zarar milyarlarla ifade ediliyordu Tabiatın hışmına uğramıştık. Felâ- ket felâket üstüne geliyordu. Kastamonu Türkiyenin en zengin ormanlarınla bulunduğu bölgelerden biriydi. Gözümüz gibi korumak zo- runda olduğumuz bu ormanların sa- rara uğraması gerçekten acıydı.. Kuraklık, toz fırtınası ve orman incirin üç halkası gibi bırbırlerıne eklendiler ve dikkati Tür- kiyenin en mühim meselelerinden bi- rine çektiler. En mühim meseleleri- mizden biri denince pek çok kimse- nin aklına orman meselesinin gelece- ği şüphesizdir. manlarımızın miktarı çoktan "gereken" seviyenin altına düşmüş- tür. Gün geçtikçe daha da düştüğü muhakkaktır. Birçok bölgelerde or- manın gerıleyışı gözle takip edilebil- mektedir. 10-15 yıl önceki duruma iyi bilen bir kimse, meselâ kasabanın hemen yakınındaki kel bir tepeyi gös- tererek size o zamanlar bu tepenin agaçlarla kaplı olduğunu söyleyebi- 10-15 yıl gibi hiç, denecek kadar kısa bir zamanda ormanın böyle bir süratle kaybolması gelecek günler i- çin hepimizi düşündürmelidir. Or- man dâvası politikacılara iktidar yo- lunu açan veya kapayan bir şey gibi düşünülmekten kurtarılmadıkca or- manlarımızın kurtulması üÜümidi de suya düşecektir. Keçi. ateş ve balta aynı tempo ile çalışmağa devam e- derlerse çok uzun olmayan bir zaman devresi sonunda Türkiyede yaşamak çok güçleşecektir. Kerestesiz, odun- suz, kömürsüz, yağmursuz, toprak- sız, akarsuları sel, içece suyu kıt bir ülkede yeşile hasret yaşamak is- temeyenlerin artık kaybedecekleri vakitleri yoktur. Kristof Kolomb'a şükran eçen sonbaharda büyük bir buğ- day kıtlığı tehlıkesı atlatmıştık. Stoklarımız çok azalmıştı. Amerika ile bir anlaşma imzalamış, aldığımız buğdaylarla kıtlık tehlikesini savuş- turmustuk. Yağmur durumu bu yıl da aynı im- AKİS , 27 NİSAN 1957