caklardır. Zira Küçüksu plajı geçen yıldan beri Amerikalılar tarafından kiralanarak hususi bir klüp haline getirilmiş bulunuyor. Küçüksu seferlerının kaldırılması - nın sebebine gelince, bu, kırk yıl dü- şünülse gene bulunamazdı: Şehir hat- ları vapurlarının bacalarından savur- dukları kurumlar, kıymetli yabancı misafirlerimizin İkametine tahsis edi- len tarihi Küçüksu kasrının duvarla- rını is içinde bırakıyordu! Eee, bu ka- dar kuvvetli bir sebeb karşısında va- pur seferlerinin kaldırılmasına da ses çıkarılamazdı ya... Vapur seferlerının kaldırılmasın- . dan en çok üzüntü duyanlar ve güç- lükle karşılaşanlar Küçüksuyun hay- ranları değil, sakinleri oldu. Geçen lerde Küçüksu civarında oturan 40 bin İstanbullu adına vapur seferleri- nin tekrar başlatılması için Başbaka- na, Ulaştırma Bakanına, İstanbul Va- lisine ve Denizcilik Bankasına tel- graflar çekildi. Şimdi 40 bin kadar İs- tanbullu bu telgrafların cevabını, ya- ni severlerının tekrar başlamasını bekliyiı Iktıdara geçişlerinin ilk yıllarında milli sarayları halka açık tutacağını ilan eden D.P. ileri gelenleri şimdi, hu saraylardan birinin yanından geçil- mesine bile mani olunması karsısın- da elbette bir şeyler yapacaklardı. Basın Alâka uyandıran dâva eçen hafta Perşembe günü, An- kara Adlıyesınde isi olanlar, ko- ridorların daha öğleden unıversıtelı- ler tarafından doldurulduğunu görün- ce o gün Toplu Basın Mahkemesinde gene bir AKİS dâvasına bakılacagı— nı ve halen cezaevinde bulunan Me- tili Tokerin de duruşmada hazır bu- lunacagını anladılar. AKİS dâvaları- nın umumi efkâr tarafından nasıl bü- yük bir alâkayla takip edildiğini göz- leriyle görmek isteyenlerin geçen Perşembe Ankara Adlıyesıne uğrayıp koridorlara şöyle bir göz atmaları faydasız değildi. Basın hürriyetinden ve hâkim teminatından çok sık bah- sedilen şu günlerde, davacılarının a- rasında bizzat Başbakan Adnan Men- deresin de yer aldığı bir basın dâvası, elbette son derece dikkati çekici ola- caktı. Ama geçen Perşembe, daha öğle saatlarından itibaren Adliye koridor- lannı dolduran ve çoğu üniversiteliler olan meraklılar, o gün bakılan basın dâvalarını takip etmek imkânını bu- lamadılar. Zira savcılık duruşmanın sükünet içinde cereyan etmesini temin için gereken tertibatı almakta gecik- memişti. Dinleyicilerin kalabalıklığı sebebiyle duruşmaya İkinci Ağır Ce- Mahkemesi salonunda bakılacağı ilân edilince, kalabalık Ağır Caza sa- lamına aktı. Bu sırada Adliyeye cel- bedilen sivil ve resmi polislerle polis görevlisi jandarmalardan mürekkep emniyet kuvvetleri, basın dâvalarına AKİS , 27 NİSAN 1957 Metin Tokğr Kesilen, — sadece — saçıdır bakılan Üçüncü Asliye Ceza Mahke- mesi önünde aşılması imkânsız bir kordon kurdular. Mahkeme salonuna sadece gazeteciler girebildi; Bir de Adliyeye o gün ilk defa kocasının du- ruşmasını takip için gelen Özden To- Jandarma refakatinde mahkemeye getirilen Metin Toker salona girip YURTTA OLUP BİTENLER sanık sandalyesine oturduğu zaman, havaya hâkim olan tenhalık ve ses- sizlikti. Az sonra müdahil avukatı meşhur Prof. Bülent Nuri Esen ve Zü- kerin avukatları Prof. Turhan Feyzi- oğlu ile Doçent Muammer Aksoy da yerlerini aldılar, duruşma başladı. Bu defaki celse çok kısa sürdü ve duruşma 16 Mayıs Perşembe gününe talik edildi. AKİS'in -ve tabit Metin okerin o gün iki dâvası daha var- dı; onlar da bazı müzekkerelerin ce- vabının gelmesine intizaren talik edil- diler. Salonun dışında kalan 500'den faz- la dinleyici içerde olup bitenleri duya- bilmek için âdeta kulak kesilmişti. Bu sebeple korıdorlarda da salonun sessizliği hüki yürütmeye başla- mıştı. İşin tuhafı salonda bulunanlar da dışarda olup bitenleri merak edi- yorlardı. Zira emniyet barajının öte- sinde kalarak duruşmayı takip edemi- enler, ümidi kesip koridorlardan ay- rılmış degıllerdı Dâvaya karşı duyu- lan alâka öylesine büyüktü. Bu alâ- kanın sebepleri biraz araştırılıp, bi- raz altı eşelenecek olursa görülecek olan neticelerden gelece imiz ve de- mokrasimiz hakkı nşirah duy- mamak ımkansızdı. Genç aydınlar kendileri gibi düşünenlerin, kendile- rine bu şekilde düşünme yolunda ör- nek teşkil edenlerin akıbetlerine ken- di akıbetleriymiş gibi alâka gösteri- yorlardı. Çok sevdikleri kürsülerinden ayrılan ilim adamları, günlerinin bir kısmını ailelerinden rmek zorunda kalan kalem sahıplerı dönüp arkalarına baktıklarında, yarın ken- dileri gibi hareket etmekte zerre kir dar tereddüt gostermıyecek yüzlerce, binlerce gencin mevcudiyetini görü- yorlardı. Bu bile az şey değildi. Geçen Perşembe günü Ankara Adliyesinin koridorları Basına ve hürriyetlere alâka