Aile Kadın ve cinsiyet Kadının cinsi hayatı hakkında son senelere kadar çok az etüdler ya- pılmış, çok az şey söylenmiştir ve tamamiyle kapalı kalan bu mevzu bugün içtimai hayatta, izdivaçta bir çok kurbanlar vermekte devam et- mektedir. Toronto'da "Women's Col- lege Hospital" de jinekoloji servisi şefi olan Dr. Marion Hilliard neşret- tiği uzun makalelerle, bu mühim mevzua temas etmiş, senelerden beri yakından tetkik ettiği kadın hastala- rının en samimi intibalarıni, acı ve tatlı hatıralarım ibret verici birer ders şeklinde nakletmiştir. Marion'a göre kadın asırlar- dan beri, henüz kendi varlığım tanı- yamamıştır bu yüzden muzdariptir. Kadın kendi bıyoloıısınden vücudu- nun ihtiyaçlarından, bu ihtiyaçların ruhi ihtiyaçları ile birleşen münase- betlerinden bihaberdir. Fena bir ter- biye sistemi onu, arzularım inkâr et- meye, onları şuur altına atmaya alış- tırmıştır. Fakat bu asırlardan beri o- nu, daha vahim hatalar işlemekten de alıkoyamamıştır. "Ben o kızlardan değilim!" Y aşı bir hayli ilerlediği halde he- nüz evlenmiyen bir öğretmen ha- nım, bir gün Dr. Marion'u ziyarete gelmıştir, Hasta şiddetli baş ağrıla- rından, uykusuzluktan şikâyetçidir. Kimse derdine çare bulamamakta- Sokakta bir kadın Bildiklerinizden değil AKİS, 23 HAZİRAN 1956 KADIN Şöhret ve Moda B irkaç ay oluyor, Kadınlar Bir- liği lokalinde pedagog Vedide Baha Pars çocuk terbiyesi hak- kında güzel bir hasbıhalinde "Her çocuk meşhur olmak, tanınmak is- ter. Bu onun ruhunun bir ihtiyacı- dır" diyordu.. Öyle zannediyorum ki, bu his yalnız çocuklarda değil, büyükler- de de mevcut.. Meşhur olmak, ken- dimizden bahsettirmek, bırçokları— mızın en Zayıf tarafı değil mi? Tarih şöhret hırsı ile, kendi ordu- larını körü körüne mağlübiyete götüren, milletlerini maceralara sürükliyen önderlerle dolu değil mi? Fakat bu kadar uzaklara git- meye ne hacet? Bugün birçok zen- gin kadınlarımızın kendilerini ter- kettikleri lüks ve gösteriş merakı, bu hastalığın bir neticesi değil mi? Kim daha çok elbise diktirecek, kim punduna getirip en son model arabayı satın alacak, kim daha gösterişli bir hayat surecek kim daha sık — mobilya degıştırerek komşusunu çatlatacak? Halbuki kendimizden bahsettir- menin, meşhur olmanın bunlar çok eski, demode usulleridir. Teni ve medenı dünya zıhnıyetı insanların bu "tanınmak ihtiyacı" m bambaş- ka yollarda tatmin etme imkânları vermiştir. Zengin bir kadın Paris modeli elbiseleri ile övündüğü ka- dar, memleket dokumalarından, kendi bu uluşu ve zevki ile meydana getirdiği elbiselerle de övünebilir. Evini şahsiyetsiz bir zengin mobil- ya mağazasına çevirmektense ora- ya, memlekete has hususiyetler ve eşyalarla sıcak bir hava verebilir. Belki salonlarında uydurma Louis XV takımları yoktur ama, kapıları memleketin fikir adamlarına, sa- natkârlarına açıktır. Meselâ Ro- madaki değil de, Konyadaki eski sanat eserlerini tanımakla iftihar eder. Louvres. müzesini gezmeden burnunun dibindeki Topkapı mü- zesini dolaşır. Şöhreti gösterişte ve şaşaada değil, değişmiyen kıymet dır. Hasta konuşurken, bir ara, bir erkekten bahsetmiş sonra birden. susmuştur. Doktor tecrübelidir. Has- taya şu şekılde bir sual sormuştur: Demek o erkeğe sinirlendiniz ve gene derhal baş ağrılarınız başla- dı. O gece uyuyamadınız. Erkek muhtemelen sizi apartmanına davet etmişti. Hasta birden kıpkırmızı kesilmiş ve hayr tle: — Nasıl anladınız, diye kekele- miştir. Evet küstah edam beni apart- manına davet etti. Halbuki ben o kız- Jale CANDAN lerde, bir hayır cemiyetinde, bir fikrin müdafaasında, memlekete faydalı bir teşebbuste arar. En ba- siti, basma içinde zarif, basma i- çınde güzel olmakla övünür, göste- rişten uzak kalmakla, iftihar da- yar ve bu yollarda kendisinden bahsettirir, bu yollarda kendisini te_ı_kilp edecek nisanları peşinden sü- er. Medeni memleketlerde, sosyete- de bu şekilde şöhret yapmış kadın- lar sayısızdır. Bu tarz şöhret insa- na huzur ve saadet getirir. Otek gibi insanın yarı ömrünü yem Bu tarz şöhret cemiyete ve mem— lekete de faydalıdır.. Çünkü bir memlekette, muayyen bir istika- mette bir yarış başladı mı, herkes imkânları nisbetinde bu yarışa ka- tılmaya, hiç olmazsa peşinden sü- rüklenmeye başlar. Modanın mık- natis gibi insanları çeken bir kuv- veti vardır. Lüks, israf ve gösteriş bir memlekette nasıl moda haline gelebilirse aksi de varittir. Meselâ İkinci Cihan Harbinde, İngilterede saray halkının teşviki ile, eski gi- inmek adeta moda olmuş, kadın- lar kokteyllere röprizli çoraplarla, erkekler yamalı ayakkabılarla git- mişlerdir. Bu moda, İngiltereden daha birçok memleketlere geçmiş, fakirlik âdeta bir iftihar vesilesi, bir asalet sembolü gibi gösterilmiş ve bu zaman zarfında lüks yapan- lar, şatafat düşkünlerine halk "harp zengini" damgasını vurmuş ve küçümsiyerek bakmıştır. Bu modanın bugün İngilterede ve baş- ka memleketlerde devam etmediği aşikârdır. Çünkü bu ancak fevka- lâde bir devrin icaplarındandı. daima zamanın ve zemi- nin 1htıyaçlarına cevap veren, biraz a bunun için rağbet gören bir şey- dir. Bugün memleketin ihtiyaçları- na cevap verebilecek, faydalı bir moda yaratmak vazifesi herkesten evvel zengin ve imkânı bol olan ka- dınlarımıza düşen bir vazifedir. Yapılacak şey bugünkü yarışı ter- sinden götürmektir. lardan değilim." Dr. Marion'a göre, işte hasta bu- rada yanılmaktadır. Belki davete i? cabet etmemekle çok iyi etmiştir. A- her kadın, işte hastanın kasdet- tiği o kızlardandır. Anormal bir me- tabolizması olmadıkça, her kadın ba- zı güddelere, bazı arzulara ve vücu- duna hâkim olan bir doğurma siste- mine sahiptir. Bilerek veya bilmiye- rek erkeğe yaklaşmak arzusunu du- yar. Bunu inkâr etmek, tabiata kar- gı gitmektir. Bu arzuyu inkar etme- mek fakat onu bilerek, onu kabul e- 25