Milli Kütüphanede Ertesı akşam Vera Franceschı nin, vıyolonıst Fethi Kopuz'un part- neri olarak. Milli Kutuphane'de ver- diği sonat resitalı, farklı bir tezahür oldu. Programda Mozart (Fa Majör), Beethoven (Ilkbahar) ve Franck so- natları vardı. Hiçbiri iyi çalınamadı ve ıcra dereceleri de ,program sırası- i ği bir konser vermeye yetmeyen bir viyolo- nist değildir. Ancak, öyle anlaşılıyor ki, eserleri tefsire mu_t_eallık muayyen gayelerle almıyor. Üstelik, gere zihni ve gerek mekanik melekelerim çaldığı esere teksif etmekte güçlük çekiyor ve teknik zaafı gibi görünen hatalar —-meselâ bilhassa — Cesar Franck'ı mahveden entonasyon dü- şüklükleri- bundan ılerı geliyor. Pi- yanist de tatmin edici değildi. Mo- zart'ta fazla yüktü, — Beethoven'de fazla solist vari, Franck'da fazla si- lik ve vuzuhsuzdu. Bütün bunlar ve ıkı partner arasında anlaşma yoklu- ğu, oda musikisinin manasını yok et- ti. Verimli işbirliği illi Kütüphane'deki konserden iki gece sonra Devlet Konserva- tuarı salonunda biri viyolonsel, diğe- ri piyano çalan iki sanatkâr, Ko- puz-Franceschi ortaklığının yapama- dığını yapıyorlar, oda musikisinin ne demek olduğunu, üslüplara bestekâr- lara sadakatten ne kasdedildiğini an- latıyorlardı. Viyolonseli çalan, Kon- servatuar öğretim kadrosundan Mar- tin Bochmann'dı. Piyanoda da, med ve cezirler içinde geçmiş sanat baya- tında şimdi yeniden bir — yükselme devresine vardığı anlaşılan — Mithat Fenmen vardı. Konseri açan Brahms sonatında (Op. 38; Mi Mınor) ideal denebile- cek bir Brahms anlayışı vardı. Boch- , çok yerinde olarak nuans hu- dutlarım dar tutuyor, fakat dut saha içinde mümkün olabılecek bütün dinamik imkânlarından fayda- lanıyordu. Cümlelerin — kıvrımlarını belirtiyor, keskin köşelerin, parlaklı- ğın ve cilanın bu musikide yerı olma- dığım biliyordu. Solo hattın icrasın- daki bu olgunluk, piyanistin aynı de- recede duygulu davranışıyla birleşi- yor, melodiler ve armoniler tam bir ahenk ıçınde meczoluyordu. n Saygın sonatı da yetki ve guvenle çalındı. Hernekadar Saygun'- un musikisinin nasıl Çalınacağı hak- kında kesin kıstaslar -bilhassa icra azlığı yüzünden- vücut bulmamışsa da, bu musikinin bağlı bulundugu devre ait. hususiyetleri göz önünde tutmak suretiyle bir hüküm vermek mümkün olabilir. Bundan başka ese- rin, mahiyeti ve değeri hakkında bü- yük şüphelere mahal vermeyecek şe- kilde meydana çıkabilmiş olması da icranın sağlamlığına — delalet eder. Nihayet -ve en mühimi-., bizzat bes- tekâr da eserının gordugu muame- leden mem Programın ıkıncı kısmı sudan e- AKİS, 19 MAYIS 1956 serlerden müteşekkildi;, tek bir is- tisna ile: Hindemith'in, Birinci Dünya Savaşını takip eden yıllardaki ekşi alaycılıgını aksettıren, nefis Caprıc- cio'su.. Diğer eserler, Onsekizinci A sır dönümü Fransız bestekarlarından Marin Marais'nin Dansları, Milhaud'- nun - Bochmann'ı entonasyon sıkıntı- sına düşüren- Etegie'si, ve Grieg sonatıydı. Bir piyanist ağladı Kaç gündür afişler, konsere iki so- listin katılacağını, Metin Öğüt'ün Mozart, Selçuk Armaner'in de Ravel (Sol Major) konsertolarını çalacağı- nı ilân ediyordu. Cumartesi günü Bü- yük Tiyatro'nun giriş — kapısındaki levhaya yerleştirilen programda da bunun hilâfına bir kayıt yoktu. Bu vaide kapılarak iki lira civarında bir para ödeyip içeri girenler, ancak sa- londa dağıtılan programı aldıkların- da, konserin bilhassa cazibesini teş- kil eden Ravel konsertosunun çalın- mayacağım öğrendiler. Madem ki programda böyle mühim bir değişik- lik yapmak gerekmişti, niçin durum daha önce açıklanmamıştı? Ravel'in çalınmamasını ve piyanist Armaner'- in de konserden çekilmesini gerekti- ren sebepler son dakikada zuhur et- miş değildi. Aldatılmış — durumdaki dinleyiciler pekâlâ orkestrayı mah- kemeye verebilirlerdi. Orkestra yet- kilileri de, kendilerim müdafaa eder- ken ancak şunu — söyleyebilirlerdi: "Başımızda Richard Engelbrecht gibi bir şef varken, teşkilâtımızın da ne derece bozuk olduğu herkesçe bili- nirken, Ravel konsertosu gibi güç bir eserin çalınamıyacagı tahmin edil- meliydi." Nitekim daha ilk provada, aylar— dır bu esere hazırlanan Selçuk Ar- maner, çalamıyacağını anlamıştı. Şef Enge Ibr echt, partisyondaki po degışıklıklerını bile kavrayamıyor, asit bir sürprizle — karşılaştığında "ben şimdi ne yapacağım?" avrı takınıyordu. O akşam dostları, Sel- Armaner'i göz yaşları içinde buldular. Bu durumda sahneye çık- mak, yüzde yüz hezimeti kabul et- mek demekti. Bn. Armaner, bir da ha provaya uğramadı. Vera Fran- ceschi'den sonra bir piyanist daha aynı akibete uğramıştı. Öyle anlaşı- lıyordu ki orkestra idare heyeti ve Milli Eğitim Bakanlıgının Güzel Sa- natlar Umum Müdürlüğü, işlerin bu şekilde yürümesine — müsaade ettik- çe daha pekçok solist ağlayacak, da- ha pekçok dinleyici ağlamaklı -ola- Konserin diğer solisti Metin Öğüt, herşeyden önce, böyle bir şefin ida- resi altında çalma cesaretini göster- diği için tebrik edilmelidir. Piyanist öğüt, durumu kavramış görünüyor- du; kendini tamamen partisine verdi; hattâ zaman zaman şefe yol göste— ren hareketlerde bulundu; bir ara or- kestrada -ağaç nefeslilerde- çıkan kargaşalığa aldırmadı ve partisini kopmadan götürdü. Daha uygun şartlar içinde başarısı — şüphesiz ki üstün olurdu. 29