Türk kadını hislerini, renk ve sanat aşkını elişleri ile ifade etmişti. Şefkatini de hayır işlerinde, yaptır- dığı mimari eserlerde, abidelerde o- yulan ve işlenen taşta ebedileştirdi. Zengin ve mevki sahibi kadınlarımı- zın ölmeden bir hayır işlemek iste- meleri çeşme, sebil, — medrese, cami veya darüşşifa'lar inşa ettirmeleri adeta bir görenek halini almıştı. Türkiyede ilk hastahane de bu su- rette yapılmıştır. Bugünlerde resto- re edilmek üzere bulunan Kayseride- ki bu Selçuk tarzı eser Kılıçarslan'ın kızı Gevher Nasibe tarafından yaptı- . Bu yapı yalnız mimari ba- kımından değil, ifade ettiği zıhnıyet bakımından da büyük ehemmiyet ta- şır. Bu hastahanenin bir tarafında hastalar yatıyor, diğer tarafında da tıb tedrisatı yapılıyordu. Bu suretle talebelerin hastalar üzerinde tatbi- kat yapmaları da mümkün oluyor- du. serler hariç, bütün eserlerde "resim sanatı" na da yer verildiği görül- müştür. Dini eserlerde ise resim sa- natı yerini tezyinata ve nakışa ter- ketmiştir. Bugün, o devirde yaşamış kadın- ların resimleri yoktur. Fakat o ka- dınlar için meydana getirilen eserler- den onlar hakkında çok şey öğren- mek kabildir. Zira bir eseri yaptıran kimse de eseri meydana getiren ka- dar mühimdir. Kadınlar tarafından yaptırılan eserlerin inceliğine diğer- lerinde raslamak mümkün olmamak- tadır. Kadın için çalışan sanatkarın eseri kadın gibi süslüdür, kadın gibi renkli, kadın gibi degışık ve yekne- saklıktan uzaktır. Eski devir sanat- kârı daima kadından . aldığı ilhamla eser vermiştir. Acıklı bir. efsane B azan bu ilhama aşk, en ümitsiz bir aşk karışmıştır. Bazan en Türk Hava Kurumundaki konferans İstikametler İlk darüşşifa da Divrik'te bir Türk kadını, Turan Melik tarafından yap- tırılmıştır İlknazarda yekpare gibi görünen bu yapı aslında üç kısımdan ibarettir. Mimari bakımından büyük bir şefkat ve rikkat ifade eden bir üsluba sahiptir. Zamammıza kadar intikal eden eserler arasında Bur- sa'da Nilüfer Hatun ve Selçuk Ha- tun tarafından yaptırılan köprüler de vardır. Kadının tesiri Eski Türk kadınları yalnız çeşme, sebil, köprü ve cami yaptırmak- ve medreselere de vermişlerdin Ölümden korkmadıklarını ifade eden ve ölümü güzelleştirmeye gayret e- den bir zihniyetle de fevkalade gü- zel türbeler yaptırmışlardır. Dini e- AKİS, 25 ŞUBAT 1956 bir. değil!. güzel bir eserin yanında — en acıkl bir efsaneye rasgelinir. Konferansçı bir an Sus Ses asırların ötesinden gelır gıbı agırlaş- "— Gelin sizinle Tercan'a gide- lim, dedi. Tercandan mahatuna çıkahm Tıpkı yıllarca ve yıllarca ev- vel Humahatunun yaptığı gibi... Hu mahatun ciğerlerinden hasta 1d1 bu- ralara derdine çare aramaya ge elm miş- Tercanın havası bu hastalar için bırebırdı Humahatun derdine çare bulamadı ama büyük bir sanatkâra Şaşı Mufattala rasladı Mufattal çir- kindi, korkunç derecede çirkindi a- ma çok hassas bir kalbi vardı. mahatuna büyük bir aşkla baglandı ve onun için bir köşk, bir köprü ve bir kervansaray yaptı. İçinde bir ala- yı barındırabilecek bir kervansaray, KADIN muazzam bir köprü ve Huma hatu- nu kırk cariyesi ile beraber içine a- labilecek bir türbe... Bu eserler kar» şısında Humahatun belki Şaşı — Mu- fattalın çirkinliğini unutabilirdi, bel- ki de unutmuştu fakat ciğerlerinden hasta olduğunu bir türlü unutamıyor- du elki de bu acı hakikatin tesi- riyle Mufattal ona evlenme teklif et- tiği zaman fena bir şaka yaptı Kırk cariyesine emretti hepsi b murta getirdiler. Humahatun bu kırk yumurtayı birer birer Mufattala yut- turdu. Sonu da: 1, dedı Hıç birinin arasın- da fark var miıy, Mufattal şaşırmıştı Hayır, dedi. Hepsı birdi. — Işte kadınlar da yumurta gibi- dir dostum. Hepsi biribirine benzer. Şu kırk cariyemden hangisini beğe- nirsen, onunla evlenebilirsin. Efsaneye göre Mufattal derhal Humahatunun yanından ayrılmış ve intihar etmiş. Humahatun da bu acı- ya fazla dayanamamış, çok ,geçme- den o da son nefesini vermiş.' Diyar diyar Sacide Ergüder tekrar sustu, ka- ğıtlarına bir göz attı ve dinleyici- lerini güzel hikâyelerle dolu Anado- lu şehirlerine, kıymetli eserlerin ba- şına sürükledi. Sanat ve kadın diyar diyar dolaşıyordu ele sıra İstanbula, Haseki cami- ine, Usküdarda İskele Camiine, Atik Valdeye, Eminönündeki Yeni cami- ye, tanıdığımız ve sevdiğimiz türbe- lere, Mısır çarşısına gelince, ten mi nedir, salonda — çıt yoktu... Dinleyiciler, prOJeksıyonu seyretme— den, gözleri kapalı, konferansçıyı a- dım adım takip ediyorlardı. Konferans — bitmişti. Kurumun başkam Prof. Afet İnan misafirlere çay ikram ederken genç konferansçı etrafım saran hanımlara "— Ben tarihçiyim ama kızım mimar olsun istiyorum" diyordu. sırada ona yaklaşan — müşfik tavırlı babası Bay Alevcan da "Ben eczacı- yım, dedi. Kızım tarihçi olsun iste- miştim. Bunun için de küçük yaştan beri onu elinden tutarak tarihi eser- leri gezdirmiştim. Emeklerimin ve arzularımın boşuna çıkmadıgım gör- düğüm için çok memnunum Cemiyet Yardımsevenler haftası 19 Şubat 1956 da, eski bir dost, Yar dımsevenler Derneği 29 yaşına ba- sıyordu. Aradan 28 sene geçmişti» bir 19 Şubat günü Çocuk Esirgeme Kuru- nda toplanan birkaç hanım, yap- tıkları ilk para yardımları ile, bugun- kü Derneğin temelini atmışlardı Ce miyet hayatına yem katılan bu çocuk ufak tefekti: 385 liralık bır gelirle ğe başlamıştı ve derneğin ilk yar- 2 lira" olarak kayıt defterine geçmişti. Evet çocuk küçüktü, fakat gayretli çıkmı tı. 19 şubat 956 da ge- lir bütçesi 1.500.000 liraya yüksel- 23