SİNEMA Filmcilik Bir mahrumiyetin başlangıcı Bundan bir ay önce Lâle Filmcilik Şirketinin Sahibi Cemil Filmer, "Türkiyeye hiçbir. muamele zorlu- ğuna tabi olmadan giren tek ithal maddesi dolu filmlerdir." diyordu. Cemil Filmer bu sözleri söylerken 1955 senesi yaz aylarında Amerika Film Amilleri Bırlıgı Başkanının Tür kiyeye gelip, Ekon ve Ticaret Bakanlığında, 1954 senesınden beri Transferi yapılmayan Türk sinema- cılarının borçları için anlaşma çare- leri aradığını muhtemelen unutmuş- tu. Amerika, film ihracatını bir ti- caret değil ayni zamanda propogan- da konusu olarak ele alıyordu. Hükü- met birçok ithal maddelerinde — so- rumlu kısıntılar yaparken filmciliğe dokunmamıştı. Cemil Filmer'e göre bunun sebebi, her sene Türkiyeye milyonlarca dolarlık yardım yapan Amerikanın, bir milyo dolarcığın film ithaline tahsısının çok görülme- mesi için hassas davranmasıydı. Harb içinde bile film işlerinde hiçbir ak- saklık olmamıştı. Üstelik sinemacı- lar eğlence resmi olarak devlete 25 milyon lira gibi kuçumsenmıyecek bir mikdar ödemekteydiler. Bu -uma göre film ithalâtında sıkıntı u- zak bir ihtimaldi. Fakat son gelen haberlerden ev- deki pazarın çarşıya uymadığı an- laşılıyor. Amerika parayı propogan- daya tercih etmiştir. 1954 ten beri biriken borçlanmız 2 milyon dolar civarındadır. Geçen yaz Ekonomi ve Ticaret Bakanlığında Amerika Film Amilleri Birliği Başkanı anlaşmada borçlarımız ile varılan ayda 50 bin dolar transfer edilecek şekilde - tak- side bağlanmıştı. Borcumuz 1957 yı- lna kadar ödenmezse seneye Ameri- kan Filmleri göreceğimiz oldukça şüphelidir. Haberin Yabancı Film İthalâtçı- ları ve sinema meraklıları arasında yarattığı şaşkınlığa — karşılık — yerli film amilleri memnuniyetlerini pek gizliyemiyorlardı. zamandan bert en büyük dertleri, yabancı film- ler ile yapılan mücadelede daima mağlüp çıkmalarıydı. Taksim — sine- ması hariç Beyoğl Sinemalarında Türk filmlerinin gösterilebilmesi bir meseleydi. rakipsiz olarak meydan onlara kalıyordu. Çünkü Av rupa filmcileriyle olan durum da yu- kardakinden pek farklı değildi. Haber Ankarada hiçbir tesir u- yandırmadı. Ankara halkı iyi diye tanınan sinemaların kötü film gös- termelerine artık alışmıştı. Nasıl olsa gördükleri filmler hem oldukça eski, hem kalitece çok düşüktüler. Yabancı filmlerin gelmemesi - büyük bir değişiklik yapmıyacaktı. — İstan- bulda 8 sinemada birden ilk defa gösterilen bir film Ankaraya 8 ay sonra gelirdi. Ankaralıların bütün istedikleri, birkaç kopya halinde ge- len mühim filmlerden hiç olmazsa bir kopyanın İstanbulla birlikte — Anka- rada da ilk defa gösterilebilmesiydi. Bir Başkent, bir kültür şehri olarak buna hakları vardı. ortaya me- selâ bir Büyük Sinema çıkmış halk- la alay edercesine eski-kötü filmler oynatıyor ve en pahalı bilet'i_ kesi- o du. "Önce para - çok para" sine- macıların değişmez — formülü haline geliyordu. Ankaralı seyircilerin, iyi filmler Bir sinemaskop Amerikan filmi Göz görmeyecek ama gönül dayanacak mı ? AKİS, 25 ŞUBAT 1956 Min Than Şarklı dilbWiner görebilmek için ortaya, meselâ Tur- gut Demirağ gibi, idealist bir kaç si- nemacının çıkmasını beklemekten başka çareleri kalmamıştı. Kızıl Cehennem Kızıl Cehennem-The Purple Plain" bir Burmalı yıldızı, Win Min Than'ı tanıttması bakımından kayda değer. Vak'a Burma'da geçer. Bir hava akınında karısını kaybeden Kanadalı Pilota, hayatı yeniden sevdirmeyi ba şaran bir Burmalı kız ve kıymetini anladığı hayat için mücadele eden Pilotun hikâyesidir. Gene Eric Amb- lerin bir senaryosundan Robert Par- rish'in rejisörlüğü altında çevrilmiş- tir. Parrish genç bir rejisördür; tecrübeli sayı ıilmaz. Mamafih "Kızıl Cehennemi' ele alırken iyi niyetlerle hareket ettiği anlaşılıyor. Pilotun si- nir krizlerini ve kazadan sonraki du- rumu ifade etmek için herhangi bir yenilik yapılmamış olmakla beraber, hadiseler üstünkörü geçiştirilmemîş— tir. Fakat senaryonun hafifliği (ve kendisinin rejisörlükte yeni olusu or- taya tesirli bir eser çıkarmasına mâ- ni olmuş. Filmin son sahnesinin kuv- vetli olduğu söylenebilir. Bu sahne- de, düşen uçaktan ve güneşin kavur- duğu ovadan kendini kurtaran pilot, bitkin bir halde eve döner, ve yatak- Burmalı kız, harbin yıpratıcı bedeni ve psikolojik tesirlerinden sıyrılmak istiyen bir erkeğin — sığınacağı sulh ve sükunet sembolü gibidir. Baş rolü Gregory Peck'in oyna- ması da ticari mülahazaların başka bir delilidir. Gregory Peck muhak- kak ki iyi bir aktör. Sınemanın icap- larını bildiği için rahat ve temkinli oyunuyla daıma muvaffak — oluyor. n Than adındaki Burmalı yıldız f'ızıkı gösterişi ile tam bir As- yalı kadın. Keşke temsil bakımından da biraz daha fazla Asyalı olabilse idi 25