DİNLENEN SULAR Yazan: CAHİT UÇUK o e in Ahmet camiinin ulu çınarlarla gölgelenen yolunda, zaif bir beygi- rin çektiği bir araba gidiyordu. İçi asker kunduralarile dolu idi. Kunduralar, ara: banın sarsınlısile kıpırdıyorlardı. Ağaç- ların gölgesinde, sarı yüzlü iki ihtiyar, boşalmış gözlerle, giden arabaya bakiyor- lardı. Birisinin kansız dudakları aralandı: — Bunlar nereye gidiyor ?.. Öbürü mahrem, ve kırık bir sesle muirıldandı: — Kuvayı Milliyeye silâh giymesi için.. Sözünü yad Karşıdan bir İngiliz neferi geliyordu. Sustular... atanların Çamurlu pabuçlarına bakarak, etrafda bir boyacı aradı. Uzun boylu, güzel bir Kara gözlerinde ateşli bakışlar yanıyordu. Orada, duvarın dibindeki saça: gın altına sinen, bir küçük boyacı gördü. Soğuktan moraran küçük ellerinde iki siyah fırça vardı. Bunları esen rüzgârin oğultusuna tempo tutar gibi, boya kutu: sunun kenarlarına vuruyordu. Kendine doğru gelen müşteriyi görün- ce, sevinçle bağırdı: — Buyursunlar beyiml,. İnce sesi rüzgârın uğultuları arasında kayboldu. Genç adam, sivri uçlu lüstrin iskarpinli ayağını kutunun üstüne koydu: unları temizle ve iyi bir cilâ sör.. — Baş üstüne beyim. Küçüğün sesi o kadar berraktı ki, genç adam, bir kuş ölüşü duymuş gibi hayretle ona baktı, Küçük, morarmış eller bir makine ça- buklığiyle işliyordu. Biraz sonra iskarpin. lerin çamurlu yüzleri temizlenmiş, cilâ sürülecek hale gelmişti. Küçüğün, sarı saçları altın lülelerle başı- nın üstünde toplanmıştı, Rüzgâr bunlarla oynuyordu. Sırtında yakası eskimiş, kol- ları m bir palto vardı. adam, ona dikkatle bakarken, ib eğinde bir burkulma hissediyordu, Sordu: — Kaç yaşındasın? Boyacı çocuk, başını kaldırdı. Şeffaf bakışlı, tatlı iki mavi göz, ışıklı bir gülüşle aydınlandı; 26 — Sekiz yaşındayım!.. — Mektebe gitmiyor musun ? Küçüğün elleri, mafsalları kopmuş gibi birdenbire iki yana ai Işıklı gözleri kederli bir bulutla örtüldü — Geçen sene bağlamı ama.. Bu sene gidemedim... — Neden ?.. Çocuk, genç adamın gözlerinden ru- hunun kek ea sokulmak ister gibi yüzüne bakıyo — Çü nki | edi, ve BOA Müteredditti. Genç adam, ona cesaret veren samimi bir sesle: — Korkma, söyle yavrum... dedi. — Babam bu sene yanımızda değil... — Nerede? Küçüğün gözlerinde âni bir şimşek çaktı. Gözleri ışıklandı, Yüzü gönülden vuran bir sevinçle a — Babam Anadoluya Sonra daha büyük bir. e ilâ- ve etli: — Babam binbaşıdır.. Vatanı kurtaracak... muştu : Cepheye gitti.. — Ben, onun yerine burada kaldım... Büyükannemi, annemi, küçük kızkerde. şimi bakiyorum... Küçüğün sesi, bir uçurum kadar de- rindi. Ne için yaşadığını, fedakârlığının güzelliğini kavramıştı Elleri tekrar çalışmağa başladı. Genç adam, küçüğün parasını vererek ayrılırken, eğilerek onun altın başına dudaklarını kondurdu. Başı yukarıda, tekrar çamurlara dala- rak yürüdü İskarpinlerinin temiz kalmasına lüzum ktu. O da, küçüğün babasının yanına gide- cekti, Şafak vaktı. Beyazit meydanında bir idam sehpası kurulmuştu. Meydan uğul- tulu bir kalabalıkla doluydu. Sehpaya, jandarmaların arasında bir genç adam yaklaştı. Kalabalık dalgalandı. Bağırıyorlardı: — Cesaret Kemal!.. .— Korkma Kemal... — Sen gönlümüzde yaşiyacaksın |.. Bu günahsız suçlu, mutasarrıf Kemaldi. Yağlı ilmiği onun boynuna geçiren çin- genenin elini kimse tutmadı Fakat, onu kurtarmak için yerinden kıpırdayamıyanlar, çingenenin elini tut- mağa atılamıyanlar, vatanı kurtarmak | için zincirlerini kopardılar... ve Anadoluya kaçtılar. Bir gün geldi ki, İstanbul solaji, sarı solgun yüzlü, dudaklarında & mırıldanan ihtiyar erkeklerden; yaşı. genç kadınlardan, zaif çocuklardan | kimse kalmadı. Yiğitler, bir Bozkurdun peş görünmez sihirli bir kapıdan çk, mişlerdi. Camilere toplanan kadinların dud gizli birer dun okur gibi, vatanı, gidenleri konuşmak için fısıltılarlı|, dıyor, bekledikleri güzel günün iy. mesi için ulu Tanrıya el açıyorlardı Ve bir gün geldi ki, Anadoluda g güneş, yoksul, kederli büyük şelrip | ranlıklarını yıkadı... Beyazıt meydanı uğultulu bir kğ lıkla dolu, Fakat bu kalabalığın gül parkeleri titreten kahraman Türk e genç başlarında. Halkın sıhhatlı gururla yanıyordu. Ve Türk yiği labalığın ortasından coşkun bir siğ köpüre köpüre akıyordu. FİN... Beyazıt havuzu, sudan tuğların g doğru fırlatarak şakıyordu. O si yurd için kaybettikleri evlât arına sği; anaların gözyaşlarının temizliği ve sularda, yüreği sevinçle çarpanlarıs İ kaha sesleri var, Wuran kalblerin dinmiyen be gibi havrun suları da.. güneşin alin larile yıkanarak yükselmekten usanmıys Şafak v Yurdu A aydınlıklar, şafak ginde eriyordu. Beyazıt havuzunu # bulutsuz bir gök gibi mavi ve kıpırtı Ortalıkta ses seda yoktu. Fiskiyelerit dan tuğları, havuzun mavi kadife ef zası içine uzanmış, uyuyorlardı. Bütün şehir uyuyordu. Yanmakis rulmıyan ışıklar söndürülmüş, gile nuşan, şarkı söyliyen dudaklar sus88j Bütün şehir uyuyordu. günler, eski karanlıklarda görülen © lu bir rüyaydı. Bütün şehir uyuyordu. adetle gök renkli bir göz gibi, m sessizliğinde büyük havuz uyuf , uyuyan mesut şehri seyrede göğün akislerile dolu gözünü kf pürüzsüz bir sükünet içinde din