ür elimde büyük bir ün sesini koşarak ırırlarken, ıpüklettire yüzmeğe rözlerinde rıldıyarak i. Birkaç 11. Yüzle an, değir- un öğüt da eşeğin irümüyor, rdı: lumasaydı er verdi. arına Ye elindeki daha çok e kardeş akışı De- rini kafa tutamıyacağını anlayınca yürümeğe başlamıştı. : izim Başı geçişinden, suyun şü- rıltisı artm k karşı kıyıya yaklaşıyı öl “Dizlerimi aşan su, alçaldı, alçaldı; nihayet çakıllı kumsal kıyıya ayak bastık, Beş on adım yürüdükten sonra, değirmen bendine gelmiştik. Yemyeşil ağaçların gölgesinde, çırıltısız, sessiz, ağır ağır akan su, biraz ileride görünen, kü- çük, kerpiç damın a'tındaki oluktan içeri giriyor, biribiri üzerinde dönen iaşların çıkardığı homurtu bize kadar arar Gobül birkaç kere silkinerek, savurmuş, yanım sira yürüyordu. Bacım, ayağın iniyecek. — Neden? — Kunduralarını geymedin de | aman farkına vardım, pabuçlarımı geymeğe unulmuş, elenmişfigibi ince ve yumuşak toprak üstünde, köylüler gibi ya- lin ayak yürüyor, bu yürüyüşteki rahatlık- tan, pabuç geymediğimi hatırlamıyordum bile. Delikanlıya gülerek cevap verdim: sularını — Toprak eme yalınayak yürü- mesi rahat oluyorm Sözlerim delikanlıların hoşuna gitmişti: — Sağol bacım, sen şehir kızına hiç benzemiyorsun, bizden gibisin. Saçının ör- güsü, üstündeki urban, yalınayak yürü men, tıpkı bizim köy kızlarına benziyor. Onların, bu iltifatları da benim hoşu- ma gitmişti. Girdiğim muhiti yadırgamak huyum olmadığı gibi, elrafımdakilerin de beni yadırgamamaları güzel birşeydi. * , Gobüle, birkat daha artan bir sevgiyle, büsbütün bağlanmıştım. Sürüsün- den kovulan, aslan yeleli, kocaman başlı, insan bakışlı kurşuni gözlerile Gobül, ya- nımda iken, kasabadan çıkıyor, kırlarda uzun yürüyüşler yapıyor, fakat yalnızlık hissetmiyorum. Her erkenden, digimemiz ai arpa unundan yal yapiyor, ona yediriyordum. Böylece yaz geçti. Hava- lar soğudu, kış geldi. Kar ortalık bembeyaz örtülerine sârınmıştı. arın donduğu, ortalığın ayaza Ee m Gobülle beraber, çikiyor, yürüyorduk. Sağ di köy mezarlığı, sol yanda karförtülü dağlar vardı. Yorulunca, şose boyunda, Büyük Savaş yıllarından kal- ma, Alman kamyonlarının demir iskeletleri üzerindeki karları elimle sıyırarak otu- ruyordum. Gobül, karşımda dolaşıyor, konuşacakmış gibi gözlerimin içine bakıyordu. osede Bazan, geçen otomobillerin, arabaların içindeki oyolcular, kamyon iskeletleri üzerinde oturan küçük kızla, yanındaki kocaman ' köpeğe hayretle Babyenadi Bu, iki arkadaşın, * Sular Da çoğalmış, de- rinleşmişti.. klıma oOgelen şevle e redim: Bu dereye “ Katil, li Her yıl bir can alırmış!.. dostlukla bağlandıklarını bilselerdi, yolcu- i olar şaşarak değil, belki imrenerek bakar- lardı, biribirine nasıl bir Büyük Ölülerimizden B irkaçının Son Sözleri : Tevfik Fikret : önce karısının elini aldı, — Artık yıkılıyorum.. Dedi. Dili hiç Doktorun yaptığı — Yavrum|.. Yavrum!.. rada kendinden g Ziya Gökalp : Ruhunu teslim etmeden Ni saat öptü ağırlaşmamıştı. dan sonra sağ tarafına yatmış, sakin bir uykuya dalmıştı. Ağzından birkaş dela hafif hafif ; Kelimeleri döküldü ve biraz son- Avrupaya tedaviye gidecek pa- rası olmadığından, Fransız hastane- Günden güne has- saatlerini «Avrupada sine yatırılmıştı. olan Ziya Gö arkadaşlarına dikte ettirdiği ceva bında: Atatürke hürmet ve teşekkür- lerini takdimden sonra, yazdığı «Türk Medeniyeti o Tarihis adlı kitabının tabolunmasını rica ediyor; ve çocuk- larını memleketi emanet ettiğini söyliyere — Ben babalık vazifemi yapı- madım, Fakat kitaplarımı bastırsınlar ve parasile çocuklarımı memlekete Enver Maci faideli birer uzuv olarak yetiştirsinler. u sözlerinden sonra, sabaha karşı hayata gözlerini yumdu. Süleyman Nazif: (O dereceyi geçen ateşile o kadar müstaribdi ki, a a saat önce em k Hâm — Bu ıstırap bi gec ded evam Me kendini pencereden aşağıya alacağım | demişti. Beraberinde getirdiği Doktor da ümidini kesince Hâmit, müteessir ve perişan bir vaziyelte aşağı inmişti. Tam bu sırada da Nazif son sözünü söylemiş : — Gel bana, seni göreyim üstatl.. Fakat bunları Hâmide duyuramamıştı.