28 Aralık 1933 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 42

28 Aralık 1933 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 42
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

356 SERVETİFÜNUN No. 1915—230 Yazan; Roland Dorgeles | Y O L D A uz Tercüme eden ; Karaya çıkınen memnuniyetinden şaşırmıştı Ma- non muttasıl el çırpıyordu; acaba ne var idi? İkisi- de iskeledeki bir arabayı görünce gülüyorlardı. Hâlâ Avrupa'da bile bazı yerde çok acaip ve tuhaf araba- lara tesadüf edilir; lâkin Ciboti kasabasının arabala- rına tuhaflıkta, acaiplikte ve maskaralıkta benziyen- lerini hiç bir yerde görmedim. Öyle hayale sığmaz arabalar ki meselâ bir canbaz girkine götürseler 8e- yirciler gülmekten kırılır. Bu arabalar harap, kırık şeyle; heyeti mecmuası, hesapsız çivilerle ve ip dü- gümlerile duruyor; bu arabalar galiba bir zaman fayton imiş, yahut landoluk etmiş; şimdi onlara ne fayton ve ne de landon demek kabil değil ! Önlerine lağır katırlar koşulu; araba yürüyünce içine bir çok eski demir parçaları yüklenmiş gidiyor sanıyorsunuz.. Habeş seyisler arabacı iskemlesinde ayakta durup hayvanı sürüyor durmayıp haykırıyor! Artiğt Manon kahkaha ile gülerek: — Mutlaka bu arabalardan birisine bineceğim, diyordu. Garo kendilerini almağa gelen güzel otomobili gösterip hiddetleniyordu, Kız bankeri dinlemedi, Ara- baların en kötüsüne sevkilisi ile birlikte atladı. Kız hâlâ etrafa ufaklık saçtığı için arabasının arkasından bir sürü çıplak habeşler koşmağa başladı, Bizde ti- yatro takımının &air artistleri ile beraber, içimizde o mahut yeşil şemşiyeli «slakma» olduğu halde, Ma- non'un arabasını uzaktan seyrederek karaya ayak basıyorduk, Sekiz gündür vapurda sevgilisi ile hiç yalnız ka- lamamış olan Jak Larji köhne arabada sevincinden şaşırmıştı ve herşeye gülüyordu. Jak daha ilk bakışta Ciboti'ye hayran olmuştu. Burası güzel değil, fakat çok tubaf idi. Kârgir büyük evler, pencereleri arap tarzında.. Güneş ışığı altında parıldayan geniş trasa- lar ve damlar; şehrin tam dört köşe bir meydanı; zaviyeleri tamam sokak başları; hbülâsa her taraf hendeseli ! Bu hendeseli şehir temiz, fakat tamtakır ve çıplak! Sessiz ve düzgün boş sokaklar, etrafında duvarları aşan hurma ağaçları.. Evler beyaz, halkın bornuzları beyaz; ahalinin başlıkları beyaz; küloşları beyaz; yerdeki kum beyaz; sonra herkesin suratı ha beş; kıvırcık siyah veya kahve rengi saçlarla örtülü yuvarlak kafalar, çıplak göğüsler, karınlar, karınların ortasına, olcan gibi uzamış göbekler!... İşte habeşis- tan ! Bizim karaya çıktığımız zaman gündüzün uyku ve istirahat saatine tesadüf eylediği için evlerin tek- mil panjurları ve kanatları kapalı. Bankalar, postane, dükkânlar da kapalı. Sokaklarda kimseler yok. Cibo. tinin «menelik» meydanı güneş altında parlıyor, bir kaç somalı zenci dolaşıyor. Jak sevgilisini okşayarak diyordu: — Ah şurada, başbaşa ikimiz yaşasak! Kız hayretle Jaka bakıyordu: — Doğrumu söylüyorsun ! — Evet, evet! Doğru sölüyorum. Sen sade benim Ahmet ven İ olursun, beni görürsün ve kimseye kendimizi tanıt- madan hayatımızı tazeleriz. Hayatımızı tazelemek, yenilemek lâzım mı Tak sustu. Sonr& Ceva, : — Çünkü sefil tlyatro hayatında devamı istemi- yorum. Ben eeni mesut görmek emelindeyim ve gö- receksin ki muvaffak olacağım ! — Koca çocuk! Manon bugün ilk defu olarak Fransa'dan başka bir yerde yaşamak ihtimali karşısında telâşe düşmü- yordu. Arabanın arkasında koşan fellâh çocuklarına. hayretle bakıyordu. Zenci garıları, kıvırçık uzun saçlı dankalılar, kızı şaşırtıyordu ve ikide birde sevgilisi- ne: «bu nef» ve «bu neden 9» suallerini tekrarlıyor- du. Braba caminin önünden dolaşıp yerli mahalleye yaklaşırken Manon haykırdı : — A! sergide gördüğüm zenzi küpü! Vakıa burası arap tarzı mimarisinde camiile, deve- lerile, sokaklarda dolaşan kuzguni siyah halkile Av- rupa umumi sergilerinde teşhir edilen «siyahiler köy> nün tapkısı idi. sergilerde olduğu gibi Afrika kahve- hanesi, nargile içen ihtiyar araplar, tozlu yerlerde yuvarlanan eşekler, çocuklarını göğsünda ve boğü zındaki torbaya sokmuş iri memeli zenci kadınlar, çırılçıplak koşuşan habeş çocukları, bepsi vardı ve fazla olarak gökyüzünde parlıyan güneş, sefalet man- zarasına letafet ve pejmürde kıyafetlerine asalet veri- yordu, Matmazel Florans arabasından inmiş, bütün bu halleri yakından görmek istiyor, pek neşeli idi. Jak'ın da keyfi fevkalâde idi: — Hele bir kereste pazarına gidelim de görürsün | Diyordu. Vakıa vapurda gelirken pek çok yolcu- lar habeş limanının kereste pazarından ona behset- mişti. Orada yükseklere kadar yığılmış servi, âkaju, , abanoz kütüklerinden dağlar varmış!... Pazarda bir çok zenciler kabak çalarmış; eski habeş İmparatoru «menelik» 6 benziyen birçok habeşler sokaklarda ku- zu çevirirmiş... Halbuki Jak şimdi kereste pazarınd& idi ama farkında e Bunu zencilerden öğrendi. Bir zenci diyordu Mösyö, kereste piri burasıdır. > Jak şaşırdı. Kütüklerden dağlar değil, ortada bir tek dal bile yok... Çevrilen kugn filân görünmiyor... O zaman Jak sevgilisine ne söyliyeceğini şaşırdı. Florans önceden hayallere düşmemiş olduğu için o düşündüklerini aramıyor, yalnız gördüğü tuhaf şeylere muttasıl gülüyordu. Jak sevgilisinin neşesini görünce can gıkıntısını unuttu. bzrası tahayyül ettiği gibi de- gil ama gene çok garip bir yer idi, Eski bezlerden ve deyneklerden yapılmış deve hörgücüne benzer çer geler; bu çergelerde somalı zençilerin aileleri kayna şıyor ve her çergenin önünde un yığınları, köhne eşyalar duruyordu. demek kereste pazarı bu imiş... Şurada burada diz çökmüş oturmuş develer sanki rüya görüyor; develerin bazıları aheste aheste başıboş dolaşıyor. Manon bunlara baktıkça gülmekten kırı- lıyordu ; — Devamı var —

Bu sayıdan diğer sayfalar: