pantalon ceket giyen, kıravat bağ- lıyan, konuşuşu kendi diline uymıyan her yabancıya köylünün verdiği bir sıfattı — genç muallimi, dibek ta- şının üzerine çıkıp, sırtları torbalı, ayakları çarıklı yeni efrada: “Vatani, milli vazifenizi ifaya seve seve koştuğunuz için sizi teb- cil, takdir ederim, kardeşlerim! ,, diye biten bir de hitabe söyle- mişti. Genç, ateşli muallimin sözlerini anlamıyanlar, anlıyanlardan çoktu. Ama teessür umumi oldu. Altı kişilik kafile, kendilerini istasyona kadar selâmetliyenlerle birlikte, ellerinde bayrak, * 4 i sHürmet sana ey şan dolu sancağım: marşını söyliyerek köyden ayrılırken, Soysuz'un anasının gözleri dolu doluydu. Ama, göğsü de iftiharla kabarmıştı. Durmuş ağaya hak ve- riyordu. Bu bir mürüvvet, hem de en büyük mürüvvet... Erkek evlât doğuran analara ne mutlu! İstasyona kafileyle beraber Dur- muş ağa da inmişti. Civar köyler- den toplananlarla, istasyonda biri- ken yeni efradın sayısı yüzü bulu- yordu. Ufak istasyon, ana baba — günü gibiydi. Kalabalık arasında, © oğullarını geçirmeğe gelmiş şaşkın, telâşlı ihtiyar analar vardı... Kafilenin © reisi, ince siyah bıyıklı genç mülâzim, ! ikindiye doğru gelen tirene yeni > efrat için iki yük vagonu taktırmıştı. Durmuş ağa, ayrılık dakikasının ıztırabını düşünürken, alnında soğuk ter damlalarının fiskeleştiğini duyu- L yordu. İşte şu ağaç dibinde, Soy- © Ç suz'uyla son defa sarılışmışlardı. İyi yürekli hakikatli oğlu, uzun uzun, kara nasırlı ellerinin birini bırakmış birini öpmüştü. Sonra, yük vagonlarına doldu- rulmuşlardı. Onu artık bir daha gö- rememişti. Bir ejderha gibi soluyan kara lokomotif, ucunun nerde bittiği bilinmiyen, yalnız ufkun en sonunda birbirile birleşir gibi duran ince demirlerin üzerinde sıra sıra vagon- Jarı uçurmuş götürmüştü. Durmuş ağanın kulaklarında sa- de bir ses kalmıştı. Kara lokomoti- fin yükselip alçalarak, alçalıp yük- selerek ve gittikçe hafifliyerek uzayıp giden düdüğü... — Ah, hasret ayıran tiren... iz Soysuz'un anası da, romatizmalı civarındaki dere kenarına inmişti. Tiren, çokluk, oradan yavaş geçerdi. Fakat, yük vagonlarının kapılarında üstüste yığılan, haykıran, türkü söyliyen kâraltılar arasında Soysuz'u- nu bir türlü seçememişti. En arka vagonda yaşlı bir gardöfren, yanık bir sesle “Ey gaziler,i söylüyordu... Tazeler, birdenbire üzerine fe- nalık gelen zavallı kadıncağızı köye koltukta getirmişlerdi... Diri ayrılık, ölümden de beter oluyor... ii Gittikçe sabırsızlığı artan Dur- muş ağa, çömeldiği istasyon duva- rının gölgesinden sık sık kalkıyordu. Elini alnına koyarak, gözlerini kısa- rak güneşe bakıyor, zamanı tayine çalışıyordu. Kızgın güneş, masmavi göğün tam orta yerinde mıhlanmış kalmıştı. “5 Ufkun en sonunda birbirile bir- leşir gibi duran rayların üzerinde, tiren tam vaktinde göründü. Kara lokomotif galiba iki yıl evvelki gene o lokomotifti. İşte, yükselip alçala- rak, alçalıp yükselerek ve gittikçe yaklaşarak uzayıp giden sesi, gene o iki yıl evvelki ses... Durmuş ağanın gözlerinde sevinç yaşları ışıldıyordu. Bu defa artık; — Hasret ayıran! diye, kara lokomotife kızmıyordu. — Hasret ayıran, hasret kavuş- turan, tiren... diye, gülüyordu. Ufak istasyon, gene iki yıl ev- velki gibiydi. Ana baba gününe benziyordu. Kalabalık arasında, as- kerden dönen oğullarını karşılamağa koşan ihtiyar analar vardı. Soysuz'- un anası, oğluna hazırlık yapmak için köyde kalmıştı. Helvalar pişi- riyordu. Cızlamalar yapıyordu. Wii Terhis olunan efrat arasından Soysuz çıkmadı. Durmuş ağa, kala- balık arasında onu beyhude aradı. Neden sonra, karşılaştığı yabancı bir tezkereciden sordu... — Soysuz mu dedin?.. Ali mi dedin ?... — Evet... — Alay 1, tabur 3, bölük 3ten No. , Ne.191 5—230 SERVETİFÜNUN 355 Şimdi iki yıllık hasrete güç dayanı- (dizlerinin dermansızlığına bakmadan, “Durmuş oğlu Ali Soysuz, Viran- yorlar... Hey gidi ! oğlunu son bir defa görebilmek köy, mür Köy mektebinin, İstanbul'lu —bu, Oo emelile, demiryolunun geçtiği, köy — Evet... — Sen onun nesisin ki?... Sakladı : — Bir hısımıyım, hemşehrim... — Allah kalanlara ömür versin ağa... Hareket günü bir kaza oldu... Soysuz rahmeti rahmana kavuştu... Beyni vuruyordu. Gözlerinin ö- nünde bulanık bir perde vardı. Ağ- lamayı unuttu. Çarpık adımlarla, sendeliyerek yürüdü. Ufkun en sonunda, birbirile bir- leşir gibi duran rayların üzerinde, şimdi tiren uçuyordu. Kulaklarında bir ses: Kara lo- komotifin yükselip alçalarak, alçalıp yükselerek ve gittikçe hafifliyerek uzayıp giden düdüğü... — Hasret ayıran, hasret kavuş- turan... Götürüpte getirmiyen tiren | Reşat ENİS e ğe marsa, Süer İ NOTLAR l $ Falih Rıfkı B., eskidenberi yazdığı Günün fıkraları'ndan en kuvvetlilerini seçerek bir kitap ha- linde toplamıştır. Yakında çıkacak olan bu kitaba Eski saat ismi ve- rilmiştir. Gene aynı muherrir, Kay» nak ismile bir ideal romanı hazır» lamaktadır. $Ş Şair arkadaşımız Mehmet Se- lim Bey, hiç bir gazete ve mecmu- ada neşredilmemiş olan bir kısım şiirlerini kitap halinde toplamıştır. Şair, dostu ve dostumuz A' Sırn Beye ithaf ettiği bu esere “Zozo,, ismini münasip görmüştür. Kitabın pek yakında tabına başlanacaktır. $ Şair Ahmet Haşim Beyin iki üç güne kadar çıkacak olan «Frank- furt Seyahatnamesi şimdiye kadar eşi yazılmamış nefis seyahat hatı. ralarını tespit eden san'atkârane tablolardan müteşekkildir, Şair, tedavi için, hasta olarak yaptığı bir seyahatten bize başka âlemlerden bahseden bir eserle döndü:«Frankfurti Seyahatnamesi»,