3541 SERVETİFÜNUN No.1915—230 TİREN 1930da neşrettiği küçük hikdye- leri ve geçen sene çıkan «Kanun na- mına» romayile çok beğenilen, takdir gören arkadaşımız Reşat Enis B. in bu hafta bu sütunlara elimize geçen ve inlişar etmemiş bulunan nefis bir hikâyesini koyuyoruz. Reşat Enis B., evvelce de bir münasebetle yasklığmız gibi «Gonk vurdu» ismile büyük bir memleket romanı hazırlamışlır. Neşri 1934 yılına bırakılan bu eserin gördüğü. müz bazı parçaları çok kiymetli ve kuvvetlidir. Yanlarında hayatı yakından tet- kike ve görüşe istinat eden Reşat Enis B., uzun ve yorucu bir etütlen sonra, şimdi de, gerek mevzu, gerek teknik #tibarile yepyeni bir romana başlamışlır : “GECE KONUŞTU,. Müellifin anlalışma göre «Gece ko- nuşlu!», geceyarısından sonraki İs- tanbubu anlatıyor ve hiç deşilmemiş içtimai bir yarayı deşiyor. Posta öğledensonra gelecekti. Ama, Durmuş ağa istasyona daha sabah karanlığında indi. Bugün, bir hafta evvel “tezkere, alan oğluna kavuşacaktı... Soysuz'un (oğulları köyde asıl isminden çok bu lâkabile anılırdı) tezkere aldığını duydukları dakika- dan itibaren ne kendisinin, ne de karısının gözüne uyku girmişti, Dört gecedir ki kirpikli gözlerini bir lâhze bile kırpmak nasip olma- mıştı. Üzüntülü bir intizar içindey- diler. Sabırsızlanıyorlardi. Soysuz asker olalh, bununla üç harman oluyor... Aradan iki uzun yıl geçmişti. Onu kendi emsalile birlikte uzak bir yere sevketmişlerdi... Gitti gideli bir kere bile yüzünü görmek kabil olmamıştı. Kimbilir, şimdi, koskoca bir delikanlı olmuş- tur belki... Giderken, dudaklarının üzerinde henüz terlemeğe başlıyan sarı bıyıkları belki şimdi buruluyor- du. Bundan sekiz ay kadar evvel bir fotoğrafıni göndermişti. Bir hem- şehrisile yanyana çıkartmışlardı. Bu, etrafı sararmış, soluk ve donuk aleminüt bir resimdi. Tahta bir ka- pının önünde durmuşlardı. Elele ver- mişlerdi. Serpuşlarını yana eğmiş- lerdi. Galiba gülümsüyorlardı. Fotoğ- raf gok donuktu; daha fazlasını göremiyorlardı. Ali, soluk kartın arkasına bir de yazı yazmıştı. (Yeni yazıyı ne de yanlışsız ve düzgün yazıyordu!) — Bu tasvir, anama babama asker ocağının bir yadigârı olsun... Resim, aylarca anasının elinden düşmedi. Göğsünden, dudaklarından ayrılmadı. Ev ev dolaştı. Beş sene evvel söz kestikleri, ihtiyar heyeti azasından Cebbar ağanın kızı, Soy- suz'un yavuklusu Hanife'nin eline kadar vardı... İki yıl evvel, gene böyle sıcak bir gündü. Baba oğul gene bu istas- yonda sarmaşmışlardı... Kavuşma saati yaklaştıkça sabırsızlığı artan Durmuş ağa, iki uzun yıl evvelki ayrılık gününü düşünerek kendini avunduruyordu. (Tuhaftır: hatırla- Yazan: Reşat ENİS dıkça gözlerini yaşartan, burnunu sızlatan o günü düşünürken şimdi içinde adeta bir sevinç vardı.) Ali Soysuz, onların bir tek ev- latlarıydı. Bütün sevgilerini, bu geç doğan oğullarına vermişlerdi. Onun birgün askere çağrılışı, bu iki ihti- yarı derecesiz bir kedere soktu. En çok üzülen — daha doğrusu üzün- tüsünü en çok belli eden — anasıydı: — Ali'm oğlan doğacağına keşki kız olaydı | diyordu. Durmuş ağa: -— Yoooo -diye itiraz ediyordu- karı bu bahtiyarlık her kula müyes- ser olmaz... Şükret ki, Allah, üç mürüvvetini görebileceğin bir oğul vermiş... Sünnetini yaparsın... Dü- gününü yaparsın... İşte birde asker edersin... Ya Selman ağa giller gibi kupkuru bir kızımız olaydı!... Za- vallıların askere yollıyacak bir oğul- ları bile yok... Mesçidin önündeki, bir kıyısında harman dövülen geniş meydan, o gün bayram yerine dönmüşlü. As- kere gidenler altı kişiydi. Ama, kö- yün bütün ibtiyarları, bütün erkek- leri, çoluğu çocuğu oraya toplan- mıştı, Beli bükük yaşlılar, meydana bakan kahvenin hasır peykesinde bağdaş kurmuşlardı. Nargile tokur- datıyorlardı. Ve, oğullarını askere yollamaktan doğan bir teessürle ağlamaklı olan analara dudak bükü» yorlardı : — Vaktile biz de askere işte böyle tüysüz püssüz gittikti de, sa- çımız, sakalımız. akpak döndüktü...