mesi en fabii ve makul olandır. Hususi teşebbüs, ancak teknik, sermaye ve ihlisas hifayetlerini haiz olduğu takdirde ve devlet sanayi plânının tesbit edeceği esaslar dahilinde çalısmak şarti- le, kontrollü bir himayeye liyakat kesbedebilir. Bes beygirlik motör kuvvetini herhangi bir dükkâna yerleştir- dikten sonra, devletin teşviki sanayi kanunundan, gümrük hima- yesinden, vergi muafiyetlerinden, kontenjan tedbirlerinden isti- fade hakkını, âdetâ bir millet borcu gibi telâkkiye alışmış olan husust müteşebbislerin, devletçi bir siyascie laraftar olmalarına ihtimal var mıdır? İşte, gerek sanayi, gerekse ticaret ve ziraat sahalarında devletçi bir iktısat siyasetinin tatbikatından hususi ve zümrevi menfaat- leri zarar görecek olanlar, hiç şüphesiz ki, inkılâbımızın devlet- çilik prensibine taraftar değildirler. Çünkü, bunların indinde, millet iktısadiyatı denilen şey, sadece kendi hususi teşebbüsleridir. Ve yine bunların indinde Devlet, sadece müşfik bir sülninedir. Devletçilik prensibi, daha hentilz fam olarak devlet siyasetimize maledilmemiştir. Eğer devletçilik prensibi tam olarak devlet siyasetimize male - dilmiş olsa idi, bugün bu münakaşaları yapmazdık. Cumhuri- yetçilik, yahut lâiklik prensipleri üzerinde herhangi bir müna- kaşaya cevaz verilebilir mi? Mescla, bir yatandaş çıksa da, Teş- kilâtı Esasiye kanunumuzun 75 inci maddesine dayanarak: «Ben bir tekke açacağım, âyin yapma hakkını bana teşkilatı esasiye hanunu bahşetmiştirn dese, akibeti nice olur? Yahut diğer bir vatandaş ta yine Teşkilâtı Esasiye kanunundaki söz hürriyelini ele alarak: (Ben saltanat ve hilâfet taraftarı- yım.) dese, encamı neye varır? Demek ki, inkılâp prensiplerimizin Ranunlaşmış, yani devlete maledilmiş olanları üzerinde en küçük bir lâübaliliği bile kabul etmiyoruz. O halde devletçilik prensibi, daha henüz tam olarak kanunlaş- madığı, sadece fırka programında kaldığı içindir ki, bugün hâlâ münakaşa mevzim olabiliyor. 1?