ğeıımış aygıt benimle ne demeye bir de İngilizce konuşmaktaydı Tanrı aş- kına?.. Kendi kendime acaba bir Alman aygıtı satın alsaydım daha iyi mi olur- du diye düşünmeye başladım. Sıkın- tımın doruk noktasında eski dostum Klaus öğütleriyle yine yardımcı oldu bana. Klaus'un iddiasına göre, bilgi- sayarla bilgisayarın kendi dilinde (Ba- sic) konuşmam gerekiyordu. Daha sonra da Basic'in hafif tertip ebleh- ce ve minimum kelime hazinesine sa- hip bir İngiliz diyalekti olduğunu keş- fettiğimde ise kimse beni durduramaz olmuştu artık. Kısa bir süre geçtikten sonra rengârenk küçük toplar ekran üzerinde hareket etmeye başlamışlar- dı ve “Kompü”', (bu arada bilgisaya- rıma bu adı vermiştim) tuşlarla her basıldığında adeta cıvıldamaktaydı. Ben mutluydum, karım ise benim ka- dar hoşlanmıyordu bu işten, çünkü giderek ısrarlı bir biçimde, kendi de- yişiyle “bu gülünç oyunlar”' yerıne normal televizyon programlarını iz- lemek istiyordu. Ama ben o sıralar- da çok daha önemli şeylere yoğunlaş- tırmıştım düşüncelerimi: Saatler bo- yu çalışmanın ürünü olan bütün bu güzel programları, devrenin kapatıl- masıyla meydana gelen yokoluştan nasıl kurtarabilirdim? Klaus benim bir “yığın bellek*'e, en iyisi hemen bir “disket yeri”'ne gereksinmem oldu- ğu görüşündeydi. Gerçi ben bunun ne olduğunu bilmiyordum, ama herhal- de kaçınılmaz bir şeydı bu. Klaus'un önerisi, pek ye- rinde olmuştu, çünkn eski bir Volks- wagen-Golf'un bugüne dek kullan- makta olduğum aile arabasından çok daha ekonomik olduğu görüşü ka- famda yer etmeye başlamıştı. Ve işte arabaların takasından elime geçen parayla sahip olduğum şey şimdi bil- gisayarımın yanında duruyor, zihin- sel yaratılarımı küçük siyah camlar- dâ depoluyordu. Tek kelimeyle büyü- leyici bir şeydi bu... Bu coşku hiç bitmek bilmedi. Ya- şamım değişmişti artık: Geceleri bil- sısayarın başına oturuyor, gün boyu ise çok yorgun oluyordum. Dilim bile bilgisayarın diline uyarlanmıştı (GO- TO çalışması, IF tired THEN cof- fee... vb.) Beni hâlâ rahatsız eden tek şey, yaratılarımın ekranda tutuklu kalmalarıydı, zihnimin keskin par- laklığını güçlü ve kesin bir biçimde ortaya dökecek hiç bir kanıt yoktu. bir yazıcının (Printer) buna yardım- cı olması gerekiyordu. Bu da aşağı yukarı bir fotoğraf makinesinin takas edilmesiyle karşılanabilirdi. Zaten - sanırım bana hak vereceksiniz- bugün kim hâlâ bir fotoğraf makinesine ge- reksinme duyar ki? Karım ise bu ara- da anne-babasının yanına taşınmıştı. Onlar televizyonlarını günlük prog- Çev.: Güven Savaş KIZILTAN ramları izlemek gibi sözümona çok dünyevi şeyler için kullanıyorlardı. Bana gelince, bu süre ıçerisınde bir mıktar ilerleme ka; . Ne var ki, şimdi bisiklet kullamyordum (bir monitör için para gerekiyordu) ve başkaca mobilyası kalmayan evimde bir portakal sandığı üstünde oturu- yordum (ikinci bir Floppy satın al- mıştım). Bu arada işyerindeki şefim de kendimi bütünüyle hobime vere- bilmem için bir fırsat tanımıştı bana (tabii maaşsız olarak). Ben de, por- takal sandıklarımı şiltelerle denattık- tan sonra, bilgisayarımın derin sırla- rını araştırmaya koyulmuştum. Bu- çıkarmaya çalıştım. Onun bu minik bit'lerle na- sıl ilişki kurduğunu bilmek istiyor- dum. Ama şunu öğrenmek zorunda kalmıştım ki, bilgisayar dünyasında hiyerarşi ve kölelik hüküm sümıel:— tedir. Doğrusu şaşırmıştım: Benim “Kompüm”' Prusya tabiatlı hır köle güdücüsü müydü? Ama olamazdı bu! Böylece, bilgisayarımın içsel ya- ye karar verdim. Elime hemen bir tornavida alarak onun kutsal iç ya- pısına sızmaya * Bütün - lar sökülmüştü ve sıra şimdi kapağı açmanın heyecanlı anına gelmişti: Aman Tanrım! -kapak neredeyse el- düşüyordu- Örümcek ayaklı bu birkaç küçük siyah kutucuklar mıydı benim yaşamımı bu denli de- Biştiren? Kuşkusüz bu, ancak Uzak- doğu'daki rahiplerin tanrısal aydın- anlarında yaşadıkları türden bir duygu olmalıydı. Daha sonra, bu küçük kutucukların çekip çıkarılma- sının mümkün olduğunu keşfettim ve bunu anlar anlamaz da çıkarmaya başladım onları. Aradan ancak beş dakika geçmişti ki, yaklnşık on adet kutucuğun karşımda dizilip bana gü- lümsediğini gördüm. Bılgısayanmın geri kalan bölümüne gelince, insan- da daha çok acınası bir izlenim bıra- kıyordu bu. Bilgisayarın yeniden monte edilmesini ise burada ayrıntı- sıyla anlatmak istemiyorum, çünkü iki haftamı aldı (neyin nereye ait ol- duğunu bilmiyordum, bacaklar eğil- mişti, vidalar kaybolmuştu vb.) ve beni deliliğin sınırına dek sürükledi bu iş. Ama yedek parçaların sağlan- ması sırasında başka bir şey daha keş- fetmiştim: Yalnız değildim. Her yer- dckı dukkanln:da böyle adlandırıyordum kmdımı) te- 71