ÇCOMFU-HOBİ COMPU- ranı eğilimlerine angaje etmesi demek- tir. Keza bir şeye inanmamak da... Yanlış anlaşılmasın-her inanç ille de belli bir davranışı gerektirir demiyo- rum, ama belli bir şeye inanmak ya da inanmamak, sadece mümkün davra- nışlarımızın değil, duygularımızın, eğilimlerimizin, tavırlarımızın da ha- ritasını değiştirir, seçeneklerimizi si- nırlandırır. Othello'nun karısının onu aldattığına inandığı noktada, ille de onu öldürmesi gerekmiyordu. Ama artık o noktada bir şey yapmaması da kendi gözünde bir davranış değeri ka- zanacak, karısını bağışladığı anlamı- na gelecekti. İşte tam da bu mümkün seçenekle- rin hiçbirine mahküm olmadan hep- sinin farkında olmak, hepsinin birden tadını çıkarmak için inançlarını askı- ya alır. Othello karısının kendisinin al- dattığına inanıp inanmadığına karar verseydi, yalnızca “karısını öldür- mek”' ya da “onu bağışlamak”' değil, bunların yanında “hiçbir şey yapma- mak”"', “hiçbir şey olmamış gibi dav- ranmak”, “karısını yeniden tavlama- ya çalışmak” vb. gibi seçenekler de kendisine açık olacaktı. Alabildiğine istikrarsız olmakla birlikte, bir tür bolluklar dünyasında yaşayacaktı. Ta- bii bu takdirde, mümkün davranışlar- dan hiçbiri inançla birlikte gelen ağır- lığı taşımayacak, hepsinde kasdedil- memişliğe benzer bir hafiflik olacak- tı. Ama artık bağlamaya çalışalım: Demek ki, bizim inanmalarımızı, inanmamalarımızdan ve inançlarımı- zı askıya almalarımızdan ayırdetmek, ancak inançlarla davranışlarımız ara- sındaik ilişkiyi gözden geç irmekle mümkün. Dolayısıyla davranma ola- naklarından yoksun bir bilgisayar, bi- zim inançlarımıza da sahip olamaz. Ateşin Kayıtsızlığı İnançlarını askıya alabilmek insa- nın yapısal bir özelliği: Dolayısıyla her insanın sahip olduğu bir yetenek. Ama biz insanlar bunu neredeyse bir kişilik özelliği haline getirmişlerdir. Bu insanlar sanki ateşin kayıtsızlığına öy- künür gibidirler. Geçen sayımızda batıni küfürlerde suyun kozmik bir hafıza olarak yo- rumlandığını söylemiştik; içerdiği her şeyle biraz daha bulunan, koyulaşan bir hafıza. Bu yüzden su burcu insan- ları, eylemlerinin kasdettikleri, kasdet- medikleri bütün sorunlarını içerir, ke- faretini yüklenirler. a * Oysa aslan burcu insanı, yıldızı olan güneş gibi iyiyi ve kötüyü aynı kayıt- sızlıkla aydınlatır. Davranışları bir inancın ağırlığını taşımadığından, on- lar için her şey her zaman mümkün kı- lar. Sonsuz bir özgürlük ortamından, sonsuz bir oyun oynuyor gibidirler. Kendisi sorunlu bir toprak burcun- dan olan ve bu yüzden ateşi anlatır- ken bile, toprağın ağırlığını üzerinden atamayan Yunan şair Yorgo Seferis ateşi şöyle anlatıyor: Kuzum nesi var şu adamın? (Dün, önceki gün, bugün) bütün ikindi oturdu durdu şurada gözlerini bir alevle dikip akşamüstü bana çarptı merdivenden inerken, “Gövde ölür, su sulanır, ruh duraksar” dedi, “Yel unutur, hep unutur, ama alev değişmez. ” “Biliyor musun"” dedi sonra, “belki de öbür dünyaya giden bir kadını seviyorum, ama bundan değil, bu bırakılmış halim; bir aleve bu bağlanmışım alev değişmediği içindir. ” Ama aslan burcu insanının nasıl hep ateşin kendisi kadar canlı, hafif ve kendisi kaldığını, bunun su burcu insanlarından farkını en iyi anlatan sözler, kendisi de bir zamanlar astro- loji hakkında yazmış olan Milan Kun- dera'nın ağırlık ve hafiflik hakkında söylediği şu sözler: “Yüklerin en ağırı ezer bizi, onun altında çökeriz, bizi yere yapıştırır bu ağırlık. Öte yandan her çağda yazıl- mış aşk şiirlerinde, kadın erkeğin be- deninin ağırlığı altında ezilmeyi özler. O halde yüklerin en ağırı aynı zaman- da hayatın sağladığı en şiddetli doyu- mun da imgesidir Yük ne kadar 'ağır' olursa, hayatlarımız o denli yaklaşır yeryüzüne, daha gerçek, daha içten olur. İşi tersten ele alırsak, bir yükten mutlak biçimde yoksun olmak insan- oğlunu havadan daha hafif kılar; gök- lere doğru kanat açar insan, bu dün- yadan ve dünyasal varlığından ayrılır, yalnızca yarı yarıya geçmek olur, de- vinimleri önemsizleştiği ölçüde özgür- leşir. Hangisini seçmeli o halde? Ağırlı- Bi mı, hafifliği mi? Parmenides aynı soruyu İsa'dan önce altıncı yüzyılda atmıştı ortaya. Dünyayı çifter çifter karşıtlıklara bö- lünmüş görüyordu. Aydınlık/karan- lık, incelik/kabalık, sıcak/soğuk, var- lık/yokluk. Karşıtlıklardan her birinin bir yarısını olumlu faydınlık, incelik, sıcak, varlık) öteki yarısını da olum- suz olarak nitelendiriyordu. Bu olum- lu ve olumsuz kutuplaştırmasını ço- cukça denecek kadar basit bulabiliriz. Yalnız bir sorun var: Hangisi olum- lu, ağırlık mı, hafiflik mi? Parmenides şu karşılığı veriyordu: Hafiflik olumludur, ağırlık olumsuz- dur. Doğru bilmiş miydi, bilmemiş miy- di? İş burda. Bir tek şundan emin ola- biliriz; hafiflik /ağırlık karşılığı bütün karşıtlıkların en gizemlisi, en çift an- lamlısıdır.” D 37