ÇOMFU-HOBİ COMPU- inancın dereceleri olarak yorumlana- bilir. Demek ki, inanmakla, inanma- mak arasında çeşitli dereceler müm- ün. Ancak bu çok ciddi bir itiraz değil. Binbir uygulama bize derecelerin ve genel olarak sürekli değişkenlerin, ikili sayı sistemine çevrilebileceğini göste- riyor. Dolayısıyla, bu itiraz, “inanç”'- ın bilgisayarda, iki değer alabilen bir değişken olarak değilse de, iki uçlu bir boyut olarak temsil edilemeyeceği an- lamına gelmiyor. Örneğin biri bana "“yarın güneşin do- ğacağına inanıyor musun?”' diye sor- sa, kuşkusuz “evet” diye cevap verir- dim. Ama bu, soru daha sorulmadan önce de, güneşin doğacağına inan- makta olduğum anlamına gelmiyor. Dünyamın oluşturucu bir parçası olan bu olgu hakkındaki bilgimin, bir ucu inanmak, bir ucu inanmamak olan bir boyut üzerinde yeraldığını söylemek, tuhaf kaçıyor. Bu tür şeylere inan- maktan ziyade, onları alışkanlıkları- mızın içine sinmiş olmalarıyla biliriz. M ÜN a Ama bir de şöyle bir şey var: Ne inandığımız ne de inanmadığımız du- rumlar. Üstelik bunlar da türlü türlü. Bu kategoriye biraz daha yakından bakmakta yarar var. İnancı Askıya Almak “Ne inanıp ne de inanmadığımız”' şeyler dediğimizde ilk akla gelen as- lında en yakinen tanıdığımız şeyler. 36 Ama bu yazıda asıl üzerinde dur- mak istediğim şey, bu tür yakın tanı- şıklıklarla inançlarımız arasındaki farklar değil, başka türlü bir “ne inan- ma, ne inanmama'' durumu: Edebi- yat eleştirmenlerinin inancın ya da inançsızlığın askıya alınması (suspen- sion of (dis)belief) dedikleri şey. İnançsızlığın askıya alınması, her- hangi bir edebi metni, örneğin fantas- tik olaylar içeren bir metni okurken, özellikle yapmamız gereken bir şeydir. Böyle bir metinde anlatılanları, tabir caizse “yutmayız” ama, metni izleye- bilmek için inanırmış gibi yapar, me- tinde anlatılan türden olayların müm- kün olduğu, gerçekten olmuş olduğu bir dünya tasarlamaya çalışırız. Sadece edebi metinleri de değil; ma- kaleleri, bilimsel eserleri de okurken aynı yeteneğe ihtiyacımız vardır. Her cümleyi okuduğumuzda, o cümleye inanıp inanmadığımıza karar verme- ye kalkışacak olursak herhalde hayır gelmez o okumadan. Aslında bu olgu da çok ciddi bir iti- raz teşkil etmeyebilirdi, öğer inançi(sı- lıkğın askıya alınmasını, inanmak ve inanmamakla eşdeğer bir seçenek ola- rak değerlendirebilseydik... Bu takdir- de, gerçi daha karmaşık işlem ve dev- reler kullanmamız gerekirdi ama, yi- ne de kendi inançlarımızı, inanma, inanmama ya inançlarımızı askıya al- ma yeteneklerimizi yine bilgisayara programlayabilirdik. Şöyle ki, bu üç seçenekten her birini birbirlerini dış- talayan, iki değerli bir değişken ola- rak düşünebilirdik. O zaman bilgisa- yar herhangi bir önerme ile karşılaş- tığında, önce kendisine “İNANMAK MI?” diye sorar, cevap “hayır”'sa, “İNANMAMAK MI?” diye sorar, cevap yine hayırsa, o halde “İNAN- CI ASKIYA ALMAK” derdi. Ama inancı askıya almak diğerle- riyle ayın düzlemde yeralan üçüncü bir seçenek değildir. Aksine inanmay- la inanmamanın kendilerini değilse de, olanaklarını içerir; genel olarak bir kendini açık tutma halidir. İnançlar, Davranışlar ve Davranırmış Gibi Yapmalar Galiba aslında “inancı askıya al- ma” yeteneği ve genel olarak “ne inanma, ne de inanmama'' durumla- rı insanların sahip olduğu daha temelli bir yeteneğe işaret ediyor: Şaka yap- ma, oyun oynayabilme gibi yetenek- lere. Bunu şu şekilde açabiliriz: Bir şeye inanmak, insanın kendisini belli dav-