ARAŞTIRMA yaptığı tanımı tekrarlamak müm- ündür: "Bütün bu ayaklanmalar hiçbir değişiklik o meydana Oo getirmemiş; devlet mekanizmasına, anlayış, örf, âdet ve eğilimler bakımından her- hangi bir yemlik katmamıştır." u yargıya, rus milletini dikkat- ir yabancı- milletin tarih hafızası yoktur. Ken- di geçmişini bilmemektedir ve hat- tâ, âdeta bilmek istememektedir." Büyük Dük Serge (o Mihailoviç, bana, 1913'te, Romanofların hüküm- ranlığının üçüncü yüzyılı kutlanıp, Çar Nikolanın Kostromada bulun- duğu bir sırada, gene bir büyük dük olan ve birçok gerçekçi tarihi ese- rin değerli yazarı bulunan Nikola Mihailoviçin Çara, büyük köylü küt- lesini göstererek, "Bunlar, aynen XVII. yüzyılda, Michel'i hükümdar olarak seçtikleri zamanda oldukları gibiler. Aynen öyleler! Bu, fena bir- şey! Sen ne dersin?" diye sorduğu- nu anlatmıştı. Çar susmuştu. Onun, ciddi soru- ları her zaman susarak cevaplandır- dığını söylerler. Bu, eğer kurnazlık değilse veya korkudan ileri gelmi- yorsa, ona göre, akıllılıktır. Acı çektirme zevki Gaddarlık... İşte, bütün bir ömür boyunca beni şaşırtan, bana acı veren birşeydir bu! İnsan hainliği- nin kökü nerededir? Bunun üzerinde ben, çok düşündüm ve şunu söy- lemek isterim ki, bugüne kadar hiç- bir şey anlamadım, hâlâ da birşey anlıyamıyorum. Çok zaman önce, "Gaddarlığın değişimindeki gelişme" o gibi, ger- çekten karanlık bir ad taşıyan bir kitap okumuştum. Örneklerini us- talıkla seçmiş olan yazar, ğın gelişmesiyle birlikte, insanların, birbirlerine, gündengüne daha bü- ük bir moral ve fizik tutku içinde işkence ettiklerini ispatlıyordu. Bu kitabı ben, öfke ile okudum, ama inanmak istemedim ve bu yıp- ratıcı Sözleri çabucak unuttum. Fakat şimdi, Avrupa Savaşının korkunç deliliğine ve İhtilâlin kan- lı olaylarına tanık olduktan sonra, bu yıpratıcı sözleri ogün geçtikçe daha iyi hatırlıyorum. Bununla be- raber, şunu söylemeyi borç bilirim 34 ki, rus gaddarlığı gelişmiş görün- memektedir, şeklinin (değiştiğini söylemek zordur. XVII. yüzyılın başlarında yaşa- mış olan bir araştırmacı, kendi zamanında şu işkencelerin yapıldı- gını anlatmıştır: Ağıza barut döküp tutuşturmak veya barutu aşağıdan vermek. Kadınların göğüslerini de- lip, onları, bu yaralardan geçirilen iplerle asmak... 1918 ve 1919'da, Don nehri çevre- sinde ve Urallarda aynı şeyler ya- pılıyor, örneğin erkekler, alt kısım- larına dinamit! yerleştirilerek hava- ya uçuruluyorlardı. Nasıl ki espri, ingilizlere has bir özellikse, sanıyorum ki, Özel bir gaddarlık, yani acıya karşı insan dayanıklılığını deneme, dayanma yeteneğini, hayatın devam etme der recesini ölçme isteği şeklinde beli- ren soğukkanlı ogaddarlık da rus halkına has bir özelliktir. Rus gaddarlığında şeytani bir in- celik vardır. Onda, itina ile seçil- miş bir özellik hissedersiniz. Bu 6- zelliği, psikoz veya sadizm gibi, as- lında hiçbir anlam taşımıyan keli- melerle anlatmak mümkün değil- dir. Şu halde bu, bir alkol mirası mıdır? Hayır! Rus milletinin, alkol- le, öteki/Avrupa milletlerinden daha fazla zehirlendiğini sanmıyorum. Gerçi rus köylüsünün aldığı alko- lün, tâbi olduğu kötü beslenme şart- ları yüzünden, öteki memleketler halklarına kıyasla, kendisine fazla- ca zarar verdiğini, ruhi yetenekleri üzerinde daha çok rol oynadığını söylemek mümkündür ama, bunu mübalâğa etmemek gerekir. Bu incelmiş gaddarlık zevkine, martirlerin hayat hikâyelerinin se- bep olduğunu düşünmek de müm- kündür. Çünkü kaybolmuş rus köy- lerinde okur yazarların başlıca me- rakları, işkence gören kahramanla- rın hayatlarını okumaktır. Beyazlar mı, kızıllar mı? Eğer bu gaddarlık, yalnızca insan- ların bozulmuş psikolojilerinin bir ifadesi olsaydı, bunlardan hiç söz etmemek de pekâlâ mümkündü. O takdirde bunu ele almak ahlâkçı- nın değil, doğrudan doğruya psiki- yatrın görevi sayılırdı. Fakat ben burada yalnızca, insan acısının kol- lektif bir zevk aracı olarak kulla- nılmasından söz etmek istiyorum. AKİS Sibiryada köylüler, Kızılorduya mensup tutsak askerleri, kazdıkla- rı çukurlara başaşağı gömüyorlar ve bacakları dışarda bırakarak, çu- kuru yavaş yavaş toprakla doldu- rup, bacakların kıvranışlarından, en dayanıklıyı, işkence edilenlerin en güçlüsünü ve hangisinin en son o- larak havasız kalıp boğulacağını tes- pit ediyorlardı. Baykal kazaktan, gençlere, kılıç kullanmasını, tutsaklar üzerinde de- nemeler yaptırarak öğretiyorlardı. Tambov bölgesinde ise, komü- nistleri sol ayaklan ve sol ellerin- den ağaçlara mıhlıyarak, çok kötü şekilde işkence edilmiş bu insan- ların çektiği acıyı seyrediyorlardı. Bir tutsağın karnım deşerek, o- nu ince barsağından bir telefon di- reğine mıhlıyorlar ve adamı, dire- gin etrafında dönmeye zorliyacak şekilde döverek, ince barsağın ya- radan dışarıya çıkışını İN lardı. Kızıllar ise tutsak bir subayı çı- rılçıplak soyuyorlar, omuzlarından epolet sekimde deri parçalan çıka- rarak, yıldızlar yerine çivi batmyor- lar ve subayın derisini yüzerken ka- yışının yerini çiziyorlardı. Buna "ü- niforma giydirmek" deniliyordu. Tabii, bu operasyonun büyük zama- na ve sanata ihtiyacı vardı. Buna benzer daha pek çok kor- kunç şeyler yapıyorlardı, fakat bu kanlı eğlenceleri daha fazla anlat- mak miğdemi bulandırıyor. İşkence edenlerin en gaddarları hangileri- dir? Kızıllar mı, beyazlar mı? Muh- temelen, hepsi de aynı derecededir. Çünkü onlar da, bunlar da rustur. Zaten gaddarlıkta kimin daha ileri olduğu sorusuna tarihin cevabı ke- sindir: En faali, en gaddarıdır! Gelenek Yazı Rus köylüsü ve sefalet 2 Eylül 1967