TİYATRO çalışmalarımı 'humanite'si olan son- suz bir serbestlik içinde yapmak isterim. Bu serbestliği, umulmadık, beklenmedik reaksiyonlara, iç yaşa- maya ulaşmak için zorunlu buluyo- rum Benim çalışma tarzım, iki esas unsur üzerinde toplanır: 'konuş- ma' ile 'davranış'ın hareket halinde birleşmesi. 'Konuşma' derken başka bir dil, başka bir ifade şekli ara- De anlatmak istiyorum. Müzik e Dans gibi. Tiyatro da yeni bir dil bulmalıdır. Yeni kelimeler de- gil, ama eski kelimelere yeni bir söyleyiş getirmelidir. Bu araştırma- nın anlamı, bence, aktöre müzisye- nin dilini benimsetmektir. Bir met- nin müzikal kompozisyonu psikolo- jik yapısı kadar önemlidir. Bir o- yun, herşeyden önce, seyredilen bir metindir: işitilen, anlaşılan, bakılan bir metin. Araştırmalarımda, önce, metnin anlamını duyuracak susuşları, ritm- leri, intonation'ları keşfetmeğe çalı- şırım. Sonra, ifade bakımından, ki- şiler arasındaki ilişkileri okuran duygu çatışmasının gücünü, şidde- tini. Bir jest, kimi zaman uzun bir tiraddan daha ifadelidir. Aynı şe- kilde, kimi zaman bir haykırış, ö- zel bir intonation, düşünce yoluyla varılacak bir gerçeği, yahut bir ruh halini, derhal ön plâna geçirebilir. Ben aktörden, işin 'kolay'ına kaç- maması için, suni bir oyunla çalış- mıya başlamasını isterim. 'Yapma- cıkta da iyi yönleri vardır. İnsana eski formüllerden kurtulmak, kimi zaman da hiç beklenmedik ifade şekillerini bulmak fırsatını o verir. Ama 'yapmacıkla 'sahte'yi kasdet- miyorum tabii Her intonation'un, her haykırışın, fısıltı halinde söyle- nen her cümlenin altında derin bir inanış yatmalı. Yapmacığın hakika ti inanışta ve isyandadır. Hatta, bel ki de, sadece isyana inanışta. Sahneye koyma işi, Tiyatroda, herşeyden önce mânevi, ahlâki bir sorumluluk yüklenmek demektir. Sahneye koyucu, kişiliğini şeffaf bir şekilde duyurarak, bütün bu araştırmaları yaptığı, bu sonuçlara varabildiği zaman, ancak o zaman faydalıdır, o gereklidir. Aksi halde den pekâlâ kolayca vazgeçi- ebilir Unutulmaz bir "Medea" Avignon'da gördüğüm ikinci oyun, Seneca'nın "Medea"sı oldu. Je- an Vauthier'nin yeni adaptasyonun- dan oynanan bu yırtıcı tragedyanın 24 müziğini yunanlı besteci Xenakis yapmış, rejisiyle dekorlarım da gene Jorge Lavelli ile dâhi deko- ratörü Raffaelli. Lavelli'ye göre, Seneca'nın "Me- dea"sı, aynı temayı işleyen traged- yaların en güçlü, en zalim ve en "beşeri" olanı. Euripides'in düşün- cesini yakından izlemekle beraber eserine, aşırı duyguların keskinliği- ni son haddine vardıran varyantlar katmıştır. e Özellikle, çocuklarını kendi elleriyle boğan Medea, bir tragedya kahramanı olarak, birbiri- ne zıt duyguların -nefrette aşkın- doruğunda, insanüstü bir boyut ka- zanır. - Lavelli, Euripides'dekinin tersi- ne, erkeklerden ibaret olan o ve Medea'ya karşı Jason'u tutan Koro'- ya, çok defa soyut bir karakter vermeğe özenen geleneği yıkarak, AKİS kesin davranışlarla, dramatik aksi- yonun içinde daha anlamlı bir var- lık kazandırmış. Böylece, akıl (o ve mantıkla ihtiras arasındaki, sürekli çatışma daha belirli bir şekil, e- ser de daha sarsıcı bir ifade al- mış. Ama bütün bunlar, başrolde Maria Casares'in, bu yaman sanat- çının o kudretli oyununda, 3000 se- yircinin nefesini kesen o derin i yaşamasında, hele o harikulade se- sinde antik tragedyanın asıl özünü bulmasa, bilmem, birşey ifade eder miydi? Sanmıyorum! O koca amfiyi yerinden Oynatan bu unutulmaz "Medea" temsilinden çıkarken şuna inanıyorum ki Maria Casares, Mari- ka Kotopulinin Ölümünden sonra, tragedyanın bu "kutsal canavar 'ları için, dünya sahnelerinin eşine pek az rastlanan mucize kadınlarından biridir.. 2 Eylül 1967