"Kara aydın"lar C.H.P. Genel Sekreteri Ecevitin Gaziantebe gittiği gün, erken saatlerde, Konya yolu üzerindeki Ma- kastan geçiyordum. Burada, Eceviti görmek için top- lanan partili ve partisiz büyük bir kalabalıkla karşı- laştım. Beklerken, kendi aralarında, ülke sorunlarını tartışıyorlardı. Çoğu, çevredeki köylerden gelmişti. Tartışma, bu bakımdan, gerçekten ilginçti. Birisi, İkinci beş yıllık plânın, köylüyü, içinde bulunduğu sefaletten kurtaracak tedbirleri almadığından yakı- nıyordu. Bu, politikayı ve yurt sorunlarını günügünü- na izleyen, demokrasi okulunda yetiştiği her halin- den belli, aydın, uyanık bir köylü idi. C.H.P- Genel Sekreterine soru sormak için orada bulunduğu an- laşılan ve muhtemelen A.P.'ye mensup bir başka va- tandaş ise, politik kaygulardan uzak görünmeye ça- lışırken, ortaya şöyle bir fikir attı: "— Evet, işler çok iyi gitmiyor. Ama, düşmanın ve komünistin memlekete girmesindense, bulduğumu- zu yer, bulamadığımıza da boynumuzu büker baka- ra. Bugüne kadar nasıl geçindiysek, bundan sonra da öyle geçiniriz." Bu, Türkiyede, çevrelerin her zaman yönelttikleri komünistlik isna- dının başka bir şekilde dile getirilmesiydi ki, buna ben ilk defa rastlamıyordum. Özellikle 1965 genel seçimlerinde, 1966 senato seçimlerinde veya Ortanın Solu politikasını dile getiren herhangi bir toplan- tıda, halkın içine sokulan, halktan çıkma, politik kaygulardan habersizmiş hissini vermeye özel bir çaba gösteren, İnönünün meşhur deyimiyle "sade vatandaş" görünüşü içindeki bazı kimselerin bu te- kerlemelerine çok defa tanık olmuşumdur. Bunla- rın, örneğin, "beş parmak birbirine benzemez" gibi tipik bir kadercilik elsefesi içinde, beş parmağın en dolguna, "küçük yerin büyüğü ma sevdasını ta- şıyan açıkgözler oldukları muhakkaktır. Halka hi- tabeden her toplantıda bunlardan birkaç tanesi ha- zırdır. 27 Mayıs 1960'dan önce bunlar, İsmet Paşa reform istiyenlere karşı belirli: 27 Mayısın, herşeye rağmen, Türkiyenin sosyal ve ekonomik sorunlarım deşme yolundaki başarısı, bun- ların repertuvarlarında da ufak bir değişikliği ge- rekli kılmıştır. Ancak, “küçük yerin büyüğü" olma sevdalılarının, bu sistemli oyunu yalnız başlarına yü- rüttüklerini düşünmek hatalı olur. Türkiyenin uyan- masını ve kendi sorunları üzerine gerçekçi gözle eğilmesini engelliyen bu sistemli çalışmayı yürüten- ler, hiç şüphe yok ki, "küçük yerin büyükleri"ne da- yanan, Türkiyenin dar imkânları içinde, çeşitli okul- larda öğrenim yapma olanağına sahip bulunan mut- lu azınlıktan bir kısmı, yâni "kara aydın"lardır. Bun- lar, yâni bu "çıkarcı okumuş'lar, bizimki gibi az ge- lişmiş bir ülke için kara e muhakkak ki, çok daha tehlikelidirler. Çünkü r, okumamış "kitle üzerinde büyük bir etki biber. Bir köyden ye- tişmiş böyle bir kimse, o köyün birkaç kişisiyle an- laşarak, o köyü ebedi. uykuya yatırabilir. Nitekim, Türkiyede durum aynen budur. Okuldaki klâsik öğretim, demokrasi istiyen bir ülkeye yeterli değildir. Öğrencinin, dünya sorunları ile içinde bulunduğu gerçekleri karşılaştırabilecek ve kendi öz çıkan ile yurt çıkarlarım başdaştıracak iyi vatandaşlık bilincine ulaşması, bunun için de klâsi öğretimin yanında, kendisini yetiştirecek bir eğitime kavuşması şarttır. Bu ülkenin dar olanakları içinde okuma ve cebine bir diploma koyma şansına sahip olan her vatandaş, ülkeyi aydınlatma yolunda bir sorumluluk taşıdığım bilmelidir. Yoksa, her zaman, bir adım ileri, iki adım geri durumunda kalmaya mahkümuz. Nitekim, görüldüğü gibi, Büyük Millet Meclisinin, bundan beş yıl önce, büyük umutlar için- de kabul ettiği on yıllık kalkınma plânı, ikinci beş yılık döneminde kuşa çevrilmiş ve bir mizah konusu haline getirilmiştir. Bugün yurtseverlere düşen baş- lıca görevlerden biri de, çoğu zaman çokbilmişlikle birarada yürüyen okumuşta (o ve "kara aydın"lara karşı savaş açmaktır. Jale CANDAN hakkında olmadık hikâyeler İlkokulu olmak üzere üç yerde kurs- lar açmış, üçünde 6l öğrenci, üç ay içinde okuma-yazma (öğrenmiştir. Fakat bu, derneğin hazırladığı ça- lışmanın bir denemesi, bir ön-çahş- masıdır. Dernek, yeni 'metodun bü- tün yurtta uygulanabilmesi için büyük bir kampanyaya okuma- yazma seferberliğine hazarianmak- tadır. Asıl amaç, politikacıları ve im bu yolda harekete getir- ayrıca, gönüllü bir kuruluş o- larak, bunun yapılabilecek birşey ol- duğunu gösterip, gönüllülerin gü- cünden de yararlanmaktır. Dernek, bu şekilde, fikir alanında girişeceği kampanya yanında, kendi gücüyle, Ankarada 10 okulda birden kursla- rı başlatacak ve ayrıca, 3 ilde uygu- 22 Temmuz 1967 anlatarak dolaşırlardı. lamaya geçecektir. Savaşın ilk adımı Ama dernek, okur-yazarlığı yeter- li bulmamaktadır. 1962'de Paris- te 1965'de Tahranda toplanan a-yazma uzmanlarının tanım- Tadıkları anlamda bir okur-yazar- lık söz konusudur ki bu da, okur yazar denilen kişinin, herşeyde n önce, okuma-yazma ve aritmetikle elde ettiği sonuçları hem kendi ki- şisel gelişmesinde, hem de toplu- mun kalkınması yararına kullan- ması ve dolayısiyle de ülkesinin ya- şayış tarzına faal olarak katılması anlamına gelmektedir. Şu halde, okur-yazarlıkla toplum kalkınması arasında kesin bir bağıntı vardır. Ekonomik kalkınma ile toplumsal ilerleme ortalama gelirin artmasıy- la ilişkili bulunduğu için, cehaletle savaş, az gelişmiş bütün toplumla- rın ortak davasıdır. Yalnız, bugüne kadar uygulanan sistemler pek ba- şardı olmamıştır. Örneğin, birçok ülkede cehaletle savaşın çocukları okutmakla mümkün olacağı o mıştır. Oysa ki okuyup-yazma Öğ- renen çocuklar, cahil çeslelemle ya- adıkça, okur-yazarlıklarından ya- rarlanamamakta, hattâ öğrendikleri- ni bile çabucak unutmaktadırlar. Gene birçok ülkede, okur-yazarlık- la ilgili kampanyalarda pek çok ye- tişkin okumayı öğrenmiş,"fakat bu yeni bilgilerinden gerek kendileri, gerekse toplum için bir yarar sağ- 21