29 Haziran 1963 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 34

29 Haziran 1963 tarihli Akis Dergisi Sayfa 34
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

KÖŞEDEN Koca Faik Bey.... Pik beyin adını beni Galatasarayın ilk kısmına yatılı yazdırdıkları gün duymuşdum. Anlatanlar, onun masalara yaraşan kuvvetine örnek hikâyeler anlatıyor, gücü demirlen kırmaya yeter iyi yürekli bir dev oldu- gunu söylüyorlardı. Çoğunun sırasının içinde o emsal- siz atletik yapısının bütün ihtişamını gösteren bir genç- lik resmi vardı. Ne güzel bir insandı. Biz onu o resim- den ve hikâyelerinden tanır severdik, kendisini görmez- dik. I numaralı jimnastik hocası, idmancılar şeyhi Fa- ik hey, büyüklerin hocası idi; küçük çocuklarla meşgul olmazdı. Ben seneler boyunca hayalimde (yaşattığım Faik beyi ilk defa bir kış sabahı kendi eseri olan jim- nastikhanede gördüm. Ağarmış "a la brosse" saçları ve Ya Sultan Seliminkini hatırlatan bıyıkları ile sıralarımızdaki resmine benzemiyordu ama gene de çok yakışıklıydı. 1.90 metre civarında boyu, 120 kiloyu rahat aşan ağırlığı, dik duruşu, asil tavırları ve azıcık teatral hareketleri resminden bellediğimiz. Faik beyi pek güzel dile getiriyordu, O koca tanrı yapısından sa- de mihrap değil, çok şey yerinde kalmıştı. Resmi bir törene giden ingiliz centilmeni gibi ağır fakat iddiasız giyinmişti. Bize, heybetli yapısına yara- şan kocaman sesi ile kuvvetli olmanın değerini, yolunu anlatıyor; bunun kutsal vasıtaları saydığı' gülleleri, bar- fiksleri, halkaları, paralelleri gösteriyordu. Ağzımızın suları aka aka dinlemiştik Faik beyi.. Ve o konuştukça hepimiz birer Faik bey oluvermiştik. Jimnastik dersi gerçi programda yoktu; fakat Fa- ik bey bizi haftada iki sahalı jimnastikhaneye toplar, önce öç beş dakika fransızca kumanda ile topluca ha- reketler yaptırır, sonradan gruplara ayırır, büyük aşkı olan âletlerde yetiştirmeye uğraşırdı. Bize jimnastik harekeli veya âletlerde güner olarak reyi, nasıl öğret- tiğini hatırlamıyorum. Buna rağmen iyice biliyorum ki o tarihte Alman Timmastiği diye anılan âletli jimnas- tiklerin büyük hüner sayılan bütün hareketlerini hep onun şefkat dolu gözlerinin önünde öğrenmiştik. Keyifli günlerinde çöp gibi kollarımızı dev pençele- rinin içme alır, bir eliyle başımızı okşar o yiğit sesi ile "Merak etmeyin, günü gelecek bunlar birer çelik pazu olacak" der, bizi teşvik ederdi. Spor hayatımız boyunca 7, madalyaların en kıymetlisini göğsümüze o takmıştı Üzerinde Fransızca olarak " Timnamik hâtırası Pro- fesör Faik bey" yazılı bu madalyaları kendi parası ile Pariste bastırmıştı. Faik beyi biz sade hocamız diye değil Galatasarayın tarihini süsleyen vefalı yiğit ve asil bir evlât olarak tanır ve severdik. Çok severdik. Ama bu sevgi bizi çe- şitli talebe muzipliklerinden alıkoymazdı. o Sataşırdık, biç beğenmediği isveç, usulünün temsilcisi Selim Servi beyi hatırlatır, tahrik ederdik; jimnastik adımları ile yürütürken şipitik, şipitik ayağımızı sürükler, onu çi- Vildan Aşir SAVAŞIR leden çıkarırdık. Hiddetlenmiş görünür, bağırır, çağı- rır fakat bizi incitmekten âdeta çekinirdi. İnsan yetiştirmekteki büyük kabiliyetine örnek say- dığım için anlatacağım: Hayli palazlandığım ve Faik beyin vaktiyle oynadığı koca gülleleri tek kolla rahat kaldırdığım günlerde idim. Bir sabah jlmnastikhanenin soyunma odasında bir arkadaşımla azıcık kapışmıştık. Ben tez davranmış, işi bir yumrukta bitirmiştim. Ara- dan bir kaç saat ancak geçmişti ki hademe gelip beni Faik beyin çağırdığını söyledi. Koştum; (karşılaşınca her zaman olduğu gibi elini öpüp başıma koymak iste- dim. Hâlâ gözlerimin önündedir o heykel gibi duruşu. Elini vermiyordu; bakışlarında sitem, sesinde kırgınlık vardı, "Seni bunun için mi yetiştirdim? bu muydu yar pacağın? Ömrünce bir daha kimseye el kaldırman sa- na hakkımı helâl etmem!" dedi. 15 yaşımda iken kula- ğıma takılan bu küpeyi bütün ömrümce bir daha çı- karmadım. Haksızlığa, ceberrufa, palavraya hiç gelmezdi Faik bey. Ona bağlanan bütün hikâyelerin temelinde hu duy- gu ve çok ince bir mizah sevgisi vardı. Bu hikâyelerden bir tanesini kendisi anlatmaktan hoşlanırdı. Rahmetli bir gün kolunda meşhur şemsiyesi ile Be- şiktaştan tramvaya biner. Devir atlı tranvaylar devri idi. İri kadanalarının çektiği bu arabalar da otobüsler troleybüsler gibi her zaman tıklım tıklım dolardı. Faik bey koca cüssesinden utana o sıkıla arka sahanlıkta bir yere sıkışır. Biraz sonra da arabanın önünden acı bir çığlık yükselir; iri yarı şekilsiz biri celebi tavırlı ufak tefek bir adamı bağıra çağıra azarlamaktadır. —Kör müsün herif ezdin ayağımı!" — Af buyurunuz beyefendi hiç istemezdim..." "— Bak utanmadan istemiyordum, diyor... bir de isteyecekmiş zahir." " — Niyaz ederim beyefendi; arz-ı itizar ederim." Adamcağız sıkılarak aşağıdan alıp özür dilerken, beriki öyle şirretlenir ki biçare kurtuluşu arabadan in- mede bulur. Bu arada Faik bey de usul usul ileriye so- kulur. "— Bir şey mi oldu efendim?" — Ne soruyorsun, ayağıma bastı herif." "“— Hangisine efendim?" "— Nah buna.." "— Vah Vah? Neresine efendim, var?" "— Varya... burada baksana" Faik bey o dev yapısının bütün ağırlığı çal nasıra yüklenir. Ne feryat, ne çığlık... ne rica. Faik mü- nasip gördüğü cezanın süresini kendi tayin edecektir. "— Peki hocam, adam ne yaptı sonra?" "— Hiç, İlk durakta indi!" nasır filân mı

Bu sayıdan diğer sayfalar: