özürler dilendi. Birinci prodüktör, kaderci bir tavır takınarak: "— Ne yapalım, kısmet!.." dedi ve bavullarını toplayıp, ilk ouçağa İ ü. Onun İs- tanbula dönüşünden bir hafta sonra Atinaya ayni niyetle, bir üçüncü türk prodüktörü daha geldi! Alikinin fendi yunanlılar, üçüncü geleni de hoş karşıladılar. İş kızıştı, hattâ çı- ğırından çıkma raddelerine de gel- di. Yine, oturuldu, yine karşılıklı şartlar ileri sürüldü, anlaşma zemi- ni arandı ve -hayrettir- bulundu da!.. Yalnız, üçüncü gelen, yerli filmcilikte Gali az bir ticari kişili- ge sahipti, ama daha da akıllıydı. Kendi başına iş çevirmektense ortak yapımı teklif etti ve bu. yunanlıla- rın da işine geldi. Alikiyi yalnız ba- ---a türklere kaptırmaktansa ortak yapıma gitmek ve gelecek kazancı da bölüşmek işlerine geliyordu. Yal- nız, bir tek noktayı, ikinci ogelen türk prodüktörüyle varılan anlaş- mayı, üçüncü türk prodüktöründen sakladılar. İkinci gelenle hem Ali- yesin filme çekme hakkında bir an- laşma imzalamışlardı. Üçüncü o ge- lenle de ayni şekilde anlaştılar: Hem Aliki ve hem de piyesin filme çekme hakkı üzerinde.. Karşılıklı kâğıtlar imzalandı, el sıkışıldı ve ü- çüncü gelen türk prodüktörü de memleketine döndü. Alan memnun, satanmemnundu. Fakat geçen haftanın sonlarında birgün, bir İstanbul gazetesinin bi- -inci sayfasındaki bir haber, hem prodüktörleri o-numara sırası 2 ve 3'tür-, hem de okuyucu-seyirciyi önce şaşkınlığa, sonra da kızgınlığa düşürdü. Alikinin maskesi düşmüş, iki kocalı kadın gibi, iki anlaşma- -ı olduğu, hem kendisini ve hem de oynamakta olduğu piyesin filme çek- me hakkını iki türk oprodüktörüne birden sattığı o anlaşılmıştı!.. m üzücü ve biraz da yüz kı- zartıcıdır. Ticaret kurallarına aykı- rılık bir yana, anlaşmaya imza koy- muş iki türk prodüktörü de Aliki ü- zerinde eşit hak iddia etmektedir- ler. Arada kalan, yunanlı fettan A- liki değil, türk film prodüktörleri- dir. Bak sahibi iki prodüktör de bu- günlerde Atinaya gitmişler ve kesin bir sonuca varmak için karşılıklı çe- kişmeye başlamışlardır. Bu işten ki- min galip, kimin mağlüp çıkacağı henüz bilinmemektedir. Ortada olan, prodüktörlerimizin Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan da ol- duklarıdır. Film seyrettim T. KAKINÇ Film: "Breakfast At Tiffany's - Çılgınlar Kraliçesi". Rejisör: Blake Edwards. Senaryo: George Axelrod (Truman Capote'nin aynı adlı romanından alınmıştır), Fotoğraf Direktörü: Franz Planer. Oyuncular: Audrey Hepburn, George Peppard, Patricia Neal, Buddy Ebsen ve Mickey Rooney. Renkli (Technicolor) bir Paramount (Amerikan) filmi. Konu: Holly Golightly (A. Hepburn), New York'un doğu kesimindeki bir apartmanda yalnız başına yaşıyan bir gençkız. Birgün bir vesile ile tanıştığı apartman komşusu romancı Paul Varjak (G. Peppard) ile ara- larında ince, duygulu bir aşk başlıyor. Holly'nin kimliği belli değildir. Buna karşılık Paul, yaşlıca bir kadına (P. Neal) jigololuk etmektedir. Yaşlı kadın genç adama aynı apartmanda bir daire tutmuş, dayamış, dö- şemiştir. Önce komşuluk yakınlaşmalarıyla başlayan (o Paul-Holly aşkı, sonradan, Holly'nin kimliğinin ortaya çıkmasıyla bir ara kesiliyor. Holly- nin Güneydeki kocası çıkageliyor ve genç karısını evine, çocuklarına dön- mesi için iknada Paul'ün yardımını istiyor. Evinden, çocuklarından ve kocasından kopmuş olan Holly, tabii buna yanaşmıyor. Çaresiz kalan ko- cası geri dönüyor. Hapisanedeki bir eski sabıkalı gangstere haber götü- rüp getirmekle görevlendirilen Holly -bunu t masumane ve habersiz bir şekilde yapmaktadır- suçüstü yakalanıyor, kıyametler kopuyor. Ama Holly, bir kolayını bulup, bu işten yakasını kurtarıyor, Paul'e dönüyor. Oynıyanlar: Delifişek genç kadınlığının altında acılı ve kaçak bir ki- şiliği canlandıran Holly'nin Audrey Hepburn'ü, senaryo yazan Akxelrod'- un ve rejisör Edwards'ın da yardımıyla, rolünü kendine rahatlıkla .uy- durmuş. Capote'nin Holly'si yerine, önceki filmlerin -çokluk (Wilder'in "Love in the Afternoon - öğleden Sonra Ask'"ının Arien'i- kişilerine, o filmlerin Audrey Hepburn'üne benziyor. Karşısında oynayan George Peppard yeni bir oyuncu, kendisini ilk olarak bu filmde tanıyoruz. "Ya- kışıklı adam'ın dışında bir kişilik peşinde. Üç eski oyuncu -yaşlı, aşksız kadında Patricia Neal, japon komşuda Mickey Rooney Ve terkedilmiş ko- cada Buddy Ebsen. İki başrol oyuncusundan daha iyi oynuyor, rollerinin yüzeyinde kalmıyorlar. Beğendiğim: Çağdaş amerikan romancıları arasında genç kuşak tem silcilerinden Truman Capote'nin bu yeni romanını, yine (oHollywood'un gençlerinden biri, Blake Edwards, sinemaya aktarıyor. Gerçi, roman ile film arasındaki münasebet, çokluk, romanın adı ile filmin adı arasında- ki bağıntıdan öteye geçmiyor, fakat Edwards, Capote'nin kahramanı Holly'ye, çevresi bakımından sadık kalmıya çalışmaktadır. Evinden, ço- cuklarından ve kocasından kopmuş, kendi başına yaşamak için her tür- lü korkuyu gözüne almış Holly, yeni gençliği bir başka açıdan ele alıyor. Bu, öz çevresinden ayrılmış, büyük şehre gelmiş yeni "ayrıkotu insan'"ın serüvenidir. Senaryo yazarı Axelrod, bu serüveni gerçekçilikten ayrılan, duygu yönü ağır bir mizah havası içinde veriyor. Beğenmediğim: Capote ile senaryocu Axelrod, birbirlerine zıt düşen iki pote'nin çizgisinden uzaklaşarak, bilinen komedi kalıpları içinde hikâye- yi kuruyor. Büyük şehre gelmiş taşralı bir genç kadının, büyük şehrin gürültülü ve hızlı akışı içinde tutunabilmek için başvurduğu iyi - kötü kurtuluş çarelerini, üzerinde durmaksızın, geçiştiriyor. Axelrod'a gerekli olan, gerçek değildir; komedi olacak, seyircisini güldürmeye götürecek unsurlardır. Bunları ya gerçeği süngerliyerek çıkarıyor, ya da yeni kat- malar yaparak. Sonuç: "Breakfast At Tiffany's - Çılgınlar Kraliçesi" seyredilmez bir film değildir. Ancak iyi olması için gerekli bütün unsurları toplamasına karşılık, senaryo yazarının budalalıkları ve aynı budalalığa rejisörün de ayak uydurması sonucu, tatlı, uyuşturucu bir gönül serüvenini yalanlar- la bezeyerek anlatan bir film olup çıkmıştır. AKİS/27