kümet, ta temelinden çatırdamış, C. H. P. ile bilhassa Y. T. P. arasın- daki uçurum bütün çıplaklığıyla or- taya çıkmıştı. Af kanunuyla alâkalı Meclis görüşmeleri, en kısa zamanda yeni genel seçimlere mutlaka gidil- mesi lüzumunu ve bir takım mesele- er millet önünde, millet tarafından karara bağlanmadan memleketi de- mokratik bir nizam içinde idare et- nenin imkansız olduğu gerçeğini herkesin gözü önüne serdi. Hem de, kesin bir şekilde.. Hâdise, Menderesin örtülü Öde- nek yağmacılığının, bir punduna ge- tirilerek affettirilmek istenmesinden doğdu. Fiilen bunu sağlayacak bir hukuki formül, müzakerelerin heye- canlı bir ânında ve geceyarısına doğ- ru getirildi. Müzakereler sırasında, bilhassa Turhan Feyzioğlunun hatalı taktiği yüzünden -çok zaman sinir- lerine hâkim olamadı ve konuşmala- rıyla faydadan çok zarar verdi- daha ziyade A. P. nin yanına itilmiş olan Y.T. P. ile tabii A. P. bu "Restoras- yon Gayreti"ni desteklediler. Hükü- met adına konuşan Adalet Bakanı Yörük, bunun üzerine bir gaf yaptı: Hükümetin bunu kabul ettiğini bil- dirdi! Halbuki Hükümette böyle bir husus görüşülmemişti. Bunun üzeri- ne C. H. P. li iki Bakan, Feyzioğlu ve Sancar buna karşı vaziyet aldı- Budala Olmak Lâzım' Bütün gazeteleri açınız. Hükümeti en çok tutandan Hükümete en ziya- de muhalif olanına.. lerden ER Neden Manşetlerine bakınız: Zamanlardan veya vergi- Basın ” mu, bu Basın! Hep, kötü niyetinden ve sürüm endişesinden yapıyor. disleri yn Yazacak başka haber mi yok? Yazsalar ya, biraz da iyi hava- Bu, tipik "Menderes Mantığı"dır ve Menderesi batıran, Basının bir hususiyetini hiç anlamamak olmuştur. Basın, günün hâdisesini büyül- tür. Ama hâdise bir mutlu hâdise olur, iyimser duygulara yol açar; ama hâdise bir talihsiz hâdise olur, karamsarlık uyandırır. Eğer Hükümetin haberi yoksa, gazetelere bakıp anlamalıdır ki bugün Tükiyede herkes zamlardan ve vergilerin cılız omuzlara yüklediği yeni mükellefiyetler- den bahsetmektedir. Bahsetmektedir ve "Allah razı olsun!" demektedir. Yarın o zamların tesirini cebinde hissettiğinde, sigarasını lıya alıp daha pahalıya yer değiştirdiğinde mekle de yetinmeyecek ve söze "Ben daha paha- Allah razı olsun!" deme- böyle hükümetin..." diye başlaya- " caktır. Bir mala veya bir hizmete fazla para ödemek, şimdiye kadar hiç kimseyi sevincinden şıkır şıkır oynatmamışlar. İnsanları vardır. Bir takım mükellefiyetler.. sevinçlerinden şıkır şıkır oynatmayan başka şeyler de Ama bunlara katlanmak hiç kimseyi tedirgin etmemektedir. Niçin? Çünkü bunların lüzumu kabul edilmiştir. Çünkü bunlar yapılmaksızın toplum halinde yaşamanın imkânsızlığına herkes inandırılmıştır. Askere gitmem diyen var mıdır? Hiç vergi ver- meyeceğim diyen var mıdır? Kanunları tanımayacağım diyen var mı- dır? Demek ki mesele, bir mükellefiyetin lüzumuna mükellefi inandır- maktır. Şimdi, yeni zamlar ve vergiler bir lüzumun neticesi midir, yoksa de- gil midir? Herken bilir ki bu mecmua, bir fedakârlık yapılmadan Plânlı Kalkınmanın yürütülemeyeceği inancındadır. Bu bakımdan zamları ve vergileri, prensip olarak elzem saymaktadır. Kötü ayarlanmıştır, dokun- duğu zümreler iyi seçilmemiştir, vasıtalı olanları çoktur.. Bunların hep- si, bir yana. Ama, eğer bunlar bir lüzumun neticesi ise şu Hükümet ni- çin ağzını açıp da bu lüzumu, gerekçesini halka söylemez, niçin onu ikna gayretini esirger, neden meydanı demagoglara bırakır? Tok, eğer sevgili Hükümetimiz sanıyorsa ki cebinden fazla para alı- nan adam bu lüzumu kendiliğinden anlayacaktır, karşısına geçip Hü- kümeti bundan dolayı kötüleyenleri kendiliğinden kovalayacaktır, ken- diliğinden "Bak şu Hükümete, ne iyi etti de vergileri arttırdı, mallara, hizmetlere zam yaptı.. kırk yıl unutmayacağız.." akla hep birlikte turp sıkalım! Eli var olsun! Bin yasasın! Vallahi, bu hizmetini diyecektir, o takdirde, müsaade buyrun, bu YURTTA OLUP BİTENLER lar, bunun Hükümet görüşü olmadı- ğını bildirdiler. Karşılıklı sarfedilen ağır sözler ortalığı karıştırmakta ge- cikmedi ve meydan kavgası başladı. İnönü, asıl. meselenin ne olduğu- nu anlamakta zorluk Çekmedi. Mec- liste Feyzioğlu ve Yörükle konuştu. Tatil edilen celse yeniden açıldığın- da, sükünetini kısmen bulmuş olan Feyzioğlu aslında haklı olan görüşü- nü anlattı. "Düşman Kardeş'i Ali- can Meclisi yatıştırıcı, ama luna karşı iğneli bir konuşma ŞAD, Maddeden, Örtülü Ödenek yağmacı- lığını affeden mâna çıkarıldı İnönü görüşmeleri bir süre daha takip etti. saat üçe yaklaşırken yeniden Opel'- ine bindi. Meclis sabaha kadar çalış- tı ve af işini tamamladı ma aftan geriye, çatlağı çok bariz bir Koalisyon kaldı. Bu çatla- ğı, millet önüne gidip millete sorum- luluğunu bilip karar alması gerekti- ğini söylemeden tamir imkânı kal- mamıştır. Politikacılar Gizli münasebetler i haftanın sonlarında Pazar akşamı saat 19.35 te Haydarpa- şadan hareket eden Ankara Ekspre- sinin 8 numaralı vagonunda kader dört yolcuyu biraraya getirdi. Bir- birlerine Parlâmento o koridorların- kümeti Başbakan Yardımcısı Eyidoğan, Y.T.P. Tekirdağ Senatö- rü Cemal Tarlan ve A.P. Maraş Se- natörü Nedim Evliya üçlüsünün ön- celeri aralarında bir yabancı bulun- masından dolayı canları sıkılmıştı ama, kendisini İzmirli bir (tüccar olarak tanıtan dördüncü adam kü- çük grubun sempatisini toplamak- ta gecikmedi. Sık sık konuşmalara katıldı, o piyasadaki (o durgunluktan Siyasiler bu genç tüccar- dan pek hoşlandılar. Onun yanında serbestçe konuşmakta bir mahzur görmediler. Böylece, çok geçmeden son derece eğlenceli ve koyu bir poli- tika sohbetine daldılar. Kahveler, çaylar, sigaralar birbirini takip et- ti. Gecenin nasıl geçtiği anlaşılmadı. Sabahın ilk ışıklan kompartımanın penceresine vurmağa Oo başladığında sohbet, hararetinden birşey kaybet- memişti. Fakat bu keyifli saatlerin o so- nunda kendilerini bekleyen sürpriz doğrusu siyasetçiler için hiç de hoş olmadı. Tren Ankara Gazi İstasyo- nunda durduğu zaman orta boylu, si- yah bıyıklı genç tüccar onlara her zamanki sempatik haliyle gülümse- yerek: AKİS/13 Ve