Mevlüt Baytal Örnek insan zın dekoruna katılmak ta lazımdır. Sıcak, çekici yaz elbiselerini parlak renkli, büyük desenli perdelik saten- lerden, basma mendillerden, yasma, abani gibi Türk kumaşlarından, ka- ba keten ve dokumalardan, artık par- çalardan, akla gelmez astarlıklardan yapmak mümkündür. Parisli büyük terzilerin, müşterileri için hazırladık- ları sayfiye kıyafetleri, buluş ve ye- nilik, değişiklik bakımından çok ilgi çekici olmuştur. Bunların başlıcala- rını şöylece sıralamak mümkündür: Volkanlik elbiseler; Gerard Pipart'in, volkan ismini verdiği elbiseler oOen aşağı iki- üç renkli tok poplin par- çalarından yapılmıştır. Parçalar geo- metrik şekiller halinde yanyana dikil- miştir. Meselâ yarısı san, yansı eflâ- tun olan bir elbisenin tam miğde kıs- mında büyük bir portakal rengi daire göze çarpmaktadır. Bu elbiseler düz veya eteğe doğru kloşlaşan o torba biçimi o elbiselerdir. Renkler o canlı, parlak, biçimler ve şekil tamamiyle değişiktir. o Bunlar sayfiyeler için yapılmıştır. Tropikal elbiseler: İlhamını Tahiti saran, büyük dekolteli, kolsuz, o çıp- lak elbiselerdir. Hepsi de çok büyük çiçeklidir. Döpiyes şeklinde olanlar da aynı şekilde vücuda yakın ve çıp- laktır. Bu elbiselerin çoğu etek ucu- na doğru hafif bir kloşla zenginleş- mektedir. Boylar bazılarında diz ka- paklarını gösterecek kadar kısadır. Mayo - bluzlar: Yazın özelliği, ovü- cudu saran büyük dekolteli, çıplak kollu, "mayo - bluz" tâbir edilen kü- çücük merserize bluzlardır. o Bunlar etek içinden giyilir. Ekserisi koyu renklidir. Bu bluzlarla giyilen oetek- ler dört parçalı kloş eteklerdir. Ka- ba poplinlerden, kaba ketenlerden ya- AKİS, 18 HAZİRAN 1962 pılmıştır. Üstlerinde kapaklı cepleri vardır. Hepsi de vücuda yakın biçil- miş, ancak etek ucuna doğru bolluk Jı, V yakalı, prenses biçimi elbiseler verilmiştir. Mendil - etekler: Renkli mendiller, eşarplar yanyana getirilerek veya renk renk parçalar birbirine eklene- rek, çok az büzgülü, neşeli, Plânlı Doğum Jale CANDAN Dünyanın, birgün artık doyuramıyacağı bir nüfus artışı tehlikesiyle karşıkarşıya kaldığı, bugün bilinen gerçeklerdendir. Artış, daha çok geri kalmış memleketlerde, aç toplumlarda göze çarpmaktadır. Yüz- yıllar boyunca açlıktan kurtulamıyan Hindistan ve Çin, dünyanın en kalabalık iki ülkesi olmakta devam etmektedir. Türkiye de, & 3 nis- petinde bir nüfus artısı ile dünyanın en fazla ve en süratle çoğalan mil- letleri arasına girmiştir. Çocuk ölümlerinin nispeten azalmış olması, bu artışın önemli sebeplerinden biri olarak gösterilmektedir ki bu, el- bette iyi bir haberdir. Ancak bu mutlu haber bizi kendi kendimizi bes- leyememek durumuna düşmekten kurtaramıyacaktır. işte bunun içindir ki, derde çâre aranmaktadır. Hızlı nüfus artış- larına sahne olan memleketler için bu konuda, dünya araştırma merkez- lerinin ileri sürdükleri çâre, "doğumun kontrolü"dür. Özellikle dini ina- nışlar yüzünden önce pek cesaretsizce öne sürülmüş olan bu fikir, gün geçtikçe kuvvet bulmaktadır. Bir nazariyeye göre, doğumun kontrolünü tabii olarak yapmak mümkündür. Çünkü bu nazariyeye göre toplumları açlığa götüren süratli nüfus artışlarının sebebi de gene açlıktır. e Aç insan bir takım biyolojik, ekonomik ve psikolojik etkilerin altında çok çocuk yapmaya doğru gider. Kötü beslenme, yiyecek yetersizliği, maddi imkânsızlıklar ortadan kalkınca nüfus artışı da makul bir hadde dü- şer. Doğumun kontrolünü suni metodlara, ilâca, hattâ kısırlaştırmaya kadar götüren bir başka nazariye ise bunun tam karşısındadır. Bu gö- rüşe göre, geri kalmış memleketlerin tek kurtuluş iri nüfus artı- şını derhal ve suni metodlara dayanarak durdurmaktı Görülüyor ki suni şekilde olsun, tabii şekilde pa doğumun bir nevi kontrolü bugün âdeta bir zaruret halinde karşımıza çıkmaktadır. Aşın suni metodlara başvurmak hiç şüphe yok ki birçok bakımdan mah- zurludur. Üstelik te pratik bir çâre değildir. Meselâ ilâçla doğumun kontrolünü kabul ettiğimizi düşünelim. Asıl nüfus artışına sahne olan köylerde bunu tatbik etmek herhalde şimdilik bir hayalden ibarettir. Diyelim ki, tabii metodla, halkı doyurmanın bir çâre olduğunu tespit ettik, iktisadi kalkınmaya dayanan bu çetin meseleyi bir anda olumlu yola sokmak mümkün olacak mıdır? İşte bu iki görüşün ortasında ku- lağa hoş gelen yeni Ur tâbir de "plânlı doğum" tâbiridir. Plânlı doğum- da anne ve baba çocuğu gelişigüzel değil, istedikleri için dünyaya ge- tirmektedirler. Ailenin I numaralı fonksiyonu muhakkak ki çocuk yap- maktır. Ama, çocuğun ihtiyaçlarının karşılanabilmesi, iyi yetiştirilme- si, yuvada bir mutluluk bağı teşkil etmesi de şarttır. Üstüste ve bazen en müşkül şartlar içinde dünyaya gelen çocuklar için bunları gerçekleş- tirmek imkânsız olmaktadır. Plânlı doğumda anne, icabında koruna- cak, fakat aynı zamanda, meselâ çocuğu olmuyorsa, çocuk sahibi olmak için de çaba sarfedecek, bunun için bilgi sahibi olacaktır. Gençler daha evliliğe hazırlanırken, kendilerine, çocuk yapma- nın. insan yetiştirmenin ideali aşılanacaktır. Amaç, imkânı az olan ailele- ri fazla çocuktan, imkânı olanları da, çocuk yanma fobisinden kurtar- maktır. Bu, daha çok bir eğitim meselesidir. Fakat birçok memleketler- de planlı doğumun yürütülmesine engel olan bir takım kanunlar var- dır. Hattâ dini inanışlar bunun propagandasını yapmayı bile yasak et- miştir. Dünya bugün, doyuramıyacağı çocukların doğumunu endişeyle, ıstırapla karşılıyor. Aynı ıstırabı kadın, yüzyıllar boyunca çekmiştir. Bilgiye, arzuya dayanan plânlı doğumun hem aile, hem de toplum için bir kazanç olacağı muhakkaktır. yaz etekleri yapılmıştır. , Kombinezon - elbiseler : İnce askı- daha çok pastel renklerde, düz ke- ten ve poplinlerden o hazırlanmıştır. Aynı çıplaklıkta geniş dekolteli, kol- suz döpiyeslerin de değişik bir hava- değişik (osı vardır. 29