MUSİKİ Opera Yeni şef Beş genç, Opera binasında, prova- ların yapıldığı mahzende bir kö- şeye çekilmiş çalışıyordu. oBeşinin elinde de korno vardı. Hollandalının motifi bir duvardan öbürüne yankıla- nıyordu. Genç adamlardan biri sâde- ce İngilizce konuşuyor ve zaman za- man kornosunu bırakıp arkadaşla- rına birşeyler tarif ediyor, tempo ve- riyor, nota üzerinde birşeyler göste- riyordu. Bu genç adam Devlet Ope- rasının yeni müzik yöneticisi, yeni şefi Ottavio de Rosa idi. Ottavio de Rosa isminden de an- laşılacağı gibi aslen İtalyandır, ama yedi yaşındayken Birleşik Amerikaya göçmüş, oraya yerleşmiştir. Babası, Metropolitan Operasına kemancı ola- rak girmiştir. Ottavio de Rosa ön- ce kemana çalıştı, sonra piyano ve korno dersleri aldı, Juilliard'daki ve Columbia Üniversitesinin müzik bö- lümündeki kurslara devam etti. Elin- de hiçbir diploma yoktu ama, iyi bir kornocu olmuştu. Amerikanın belli- başlı tiyatro orkestralarında, bu ara- da Toscanini'nin yönetimindeki NBC Orkestrasında kornist olarak görev aldı. Nihayet 1952 yılında orkestra idare etmeğe başladı ve 1953 yılında Balanchin Bale Topluluğunun şefi o- larak Avrupanın bütün sanat merkez- lerini dolaştı, büyük O orkestraların hemen hepsini idare etti. Daha son- ra San Francisco Balesinin müzik yöneticiliğine getirilen De Rosa, bu toplulukla beraber iki yıl önce Tür- kiyeye gelmek fırsatını da buldu. An- karada bu vesileyle onun yönetimin- le çalan Opera Orkestrası üyeleri, genç sanatçının canlı idaresine, vu- ruş tekniğine hayran kaldılar. İşte Opera Orkestrasının başına böyle genç adama alt olacaktır. Herhalde kuvvetin bir elde toplanmasından za- rar gelmiyecektir. Devlet Operası yeni mevsime bu şartlar altında girmektedir. Bornova Bir serap Yaz ayları içinde bir geziye çıkmış ve yolları İzmirin dibindeki Bor- nova ilçesine düşmüş olan birkaç AKİS, 11 EYLÜL 1961 Haberler mal (Reşit Beyin yöneti- mindeki İstanbul Şehir Or- kestrası bu yıl pazar konserle- rine 8 Ekim sabahı Şan Sinema- sında başlıyacak ve bu konser- de Suna Kan, Antonio Vivaldi'- nin "Mevsimler" adlı dört kon- çertosunu çalacaktır. Türkiyenin en çok öğrenci yetiştiren, içine kapalı, keman- dan başka şey düşünmeyen, da- laveresi olmayan sanatçısı Nec- det Remzi Ataka Sarayburnun- da iki atlı bir araba çarpmış- tır. Dingile tutunarak Ur müd- det atlarla beraber koştuğu 1- çin bu kazayı birkaç sıyrıkla at- latan Atakın bundan böyle at yarışlarına da ilgi göstereceği tahmin edilmektedir. Amerikada elektronik mü- zik üzerine çalışan ve eserle- riyle sanat çevrelerinin dikkati- ni üzerine toplayan besteci Bü- lent Arel, tam Türkiyeye dönüp te Konservatuardaki solfej dem- lerine devam edeceği sırada Ya- le Üniversitesinin Elektronik Müzik lâboratuarını kurmakla denklerini çözmüştür. Türk-Amerikan Derneğinin yeni yönetim kurala, derneğin plâk konserlerini üç yıldan be- ri yöneten Faruk Güvençin ça- lışmalarına bu yıl da devam et- mesini kararlaştırmış ve müzik eleştiricisine, bu iş için artık bir ücret ödenemiyeceğini, kon- ser sonlarında dinleyicilerden kendisinin bizzat para toplama- sının daha uygun olacağını bil- dirmiştir. Güvenç, bahis konusu paranın mendil üzerine mi, şap- ka içine mi atılması konusun- da karara varamadığı için kon- serleri idare etmekten vazgeç- miştir. Bir kaza sonunda sol elinin küçük parmağını inciten hama- rat kemancı Fethi Kopuz, da- rama üzülen dostlarını "keman çalmasam ne olur?" diye sevin- dirmekte, sonra da sorunun ce- vabını kendisi vermektedir: " —O zaman eleştirici olu- rum!" müzisyen, serap görmüş gibi hayret içindeydi. e Karşılarında duran şeyi Ankarada görselerdi yine şaşarlardı ama, bir ilçede, Türkiyenin bir ilçe- sinde bu, gerçekten inanılır şey de- ğildi. Ama işte karşılarında, irili u- faklı borularıyla koskoca bir org du- ruyordu. Türkiyenin İzmir ilinde, İz- mir ilinin Bornova ilçesinde bir org'.. Org, İzmirin tanınmış iş adamların- dan birinin evindeydi ve sâdece kö- rükleri, büyük bir salonu kaplıyordu. Sanatsever iş adamı bu orgu yıllarca evvel Almanyadan getirtmiş ve ölür- ken Devlet Konservatuarına bırak- mıştı. Şimdi koskoca org Devlet Kon- servatuarının malıydı ve bakımsız bir vaziyette çürümeye terkedilmişti. Bir orgun Bornovadan Ankaraya nakledilmesi herhalde kolay değildi. Bu işin herşeyden evvel uzmanlar ta- rafından yapılması gerekirdi. Ama bu, Almanyadan Ankaraya taşınma- sından daha kolay olmalıydı. Org size bırakılmıştı, para istenmiyordu, dö- viz istenmiyordu, siz sâdece taşıma masrafını bile göze oalamıyordunuz! Daha kötüsü, Batının metodlarıyla eğitim gören Konservatuar öğrenci- leri bir org görmeden diploma alı- yorlardı! Vâkıa a pratikte bir org bölümü yoktur ama bu, org eserlerinin orgla çalınmasına da bir engel teşkil etmez. Yıllar yılı dönüp dolaşıp hep aynı eserleri söyliyen korolarımızın, şarkıcılarımızın, hep aynı eserleri çalan orkestralarımızın er geç kendilerini tekrarlamaktan vazgeçeceklerini ummak, artık hayal- perestlik sayılmalıdır. Teni le vrupada, yabancısı oldukla bir dünyayı keşfeden gençler, ibelie a- laylı meslektaşlarını geride bıraka- caklar ve Türkiyenir sanat hayatına canlılık getireceklerdir. Bugünün yö- neticilerine hiç olmazsa bu gerçeği görmek, gençlere, uygun şartları ha- zırlamak düşmektedir. Meselâ, yeni yapılmakta olan büyük konser salo- nuna Bornovadaki org pekâlâ yerleş- tirilebilir. Bu iş için nihayet birkaç bakanlığın işbirliği yapması, gerekli masraflardan kaçınılmaması yeter de artar bile. Herhalde konser salonunun güzel koltukları, geniş sahnesi ola- caktır ama, bu gidişle, günün birin- de bir şef Matthacuspassion'u, Mah- ler'in 2. Senfonisini çaldırmak istedi- ği vakit saçını başım yolmaktan baş- ka çâre bulamıyacaktır. Bornovayı ziyaret eden birkaç müzisyen, yirmin- ci yüzyılın ikinci yansında, uçak gör- müş yamyam gibi ağızlan açık, org borularını seyretmektedir. Bu, hiç te gülünüp geçilecek bir olay değildir. 2